AYET VE HADİS IŞIĞINDA YARATILIŞ (27) M.HasipTAYLAN - Anne Rahminde Cenin’in yaratılışı – (Cenin’e Ruh verilmesi) Bundan önceki bölümlerde Cenin’in hulkiyetinin başlangıcı olan sperm ve yumurtanın birleşmesi sonucu meydana gelen döllenmiş yumurtanın (Nutfe’nin, tıp dili ile Zigot’un) oluşumundan bahsetmiş ve bunu takip eden gelişme safhalarını izah etmeye çalışmıştık. Dolayısıyla bu merhaleler esnasında Nutfe’den (Zigot’un) Alak’a (Embryo’ya), ondan Mudğa’ya (Cenin’e), Mudğa’dan Kemiklere ve kemiklerin etle giydirilmesine ve nihayetinde Cenin’in tüm hayati fonksiyonlarını icra edecek olan organ ve uzuvların teşekkülüne kadar olan süreci müşahade etmiştik. Ve nihayetinde Ayet’i kerimenin beyanıyla; ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ “Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi” (secde 9). Yani; eli, ayağı, kulağı, burnu, parmakları, gözü, içorganları vs. tüm organ ve uzuvlarıyla insanî bir vecihle şekillendikten sonra Allah’ın (c.c) murad ve emr buyurması ile görevli Melek tarafında Cenin’e ruh verilir. Ancak Cenin’e Ruh’un nefhedilmesi mevzuuna geçmeden önce Ruh nedir, Hayat nedir? Ruh Hayatın kaynağımıdır? Ruh olmadan hayat olurmu? Ruh’suz hayat nasıl olur? Gibi sorulara cevap bulmaya çalışalım. Bu mevzuyu şu anda konumuz olan Cenin üzerinde bir mülâhaza ve tahkik etmeye çalışalım. Bilindiği üzere, Cenin’in başlangıcı ve ilk temel hücresi olan döllenmiş yumurta (Nutfe) sperm ile yumurta’nın birleşmesi sonucu oluşur. Daha önce detaylarıyla değindiğimiz gibi, oluşan bu ilk hücrenin bölünmesi ise, spermle yumurtanın birleşmesinden 24 saat sonra gerçekleşir. Yeni oluşan bu iki hücre de birbirinin aynıdır. Daha sonra bu rakam 4’e ulaşır ve bu bölünme katlanarak böylece sürer gider. Bu gelişme süreci bebeğin doğumuna kadar devam eder. Peki, bu gelişmeyi sağlayan etken nedir? Bildiğimiz kadarıyla gelişen bir varlıkta hayati bir umde olması lâzımdır. Yoksa hayati bir emareye malik olmayan bir varlık bir gelişme, büyüme ve tekâmülleşme gösteremez. Ve Kur’anı azimüşşandan ve hadislerden edindiğimiz mâlümatlara göre de ilk baştan itibaren, ne spermde, ne yumurtada ve nede spermle yumurtanın birleşmesi sonucu meydana gelen Nutfe’de henüz anladığımız anlamda Ruh mevcut değildir. Hâlbuki sperm de, yumurta da ve ve ikisinin birleşmesi sonucu meydana gelen Nutfe de canlıdır. Zira iki canlının birleşmesi sonucu oluşan yeni bir canlı ve bu canlının da gelişmesi, büyümesi ve tekâmüle ermesi de hayatiyetin emareleri ile olmalıdır. Tıpkı canlı varlık olan bitkide olduğu gibi; beslenir, fotosentez yapar, gelişir ve çoğalır. Lâkin onun iradesi ve seçimi yoktur. Dolayısıyla Cenin de kendisine Ruh üflenmeden önce canlı bir varlıktır. Döllenme anından ve rahme ulaşma öncesinden itibaren beslenir ve gelişim gösterir. Hiç şüphesiz bu esnada ve bundan sonraki tüm merhalelerde kendisinde hayat vardır, canlıdır ve dolayısıyla canlılığının sürdürülebilmesi ve tekâmülü için gerekli olan beslenme faaliyetini rahimden temin etmekte ve büyüme ve gelişme fonksiyonlarını icra etmektedir. Ama anladığımız anlamda henüz “İnsanî Ruh” mevcut değildir. Hülasa; kendisine ruh üflenene kadar her Cenin herhangi bir canlının rahmindeki Cenin gibidir. Lâkin insan değildir. Cenin’de bulunan hayatiyet tıpkı bitkilerdeki hayatiyet gibidir. Çünkü insana insanlık vasfını kazandıran şey onun canlılığından ziyade ona verilen Ruh’tur ve Ruh hayatı da ihtiva eder. Lâkin hayat veya can Ruh demek değildir. Zira Ruh’a sahip bir insan bütün canlılığı ile hayatî emareleri taşıdığı gibi, idrak, irade ve seçme gibi kabiliyetlerede sahiptir. Hâlbuki ruhsuz bir varlık (örneğin; bitki) sadece hayati emareleri (beslenme, büyüme, gelişme gb.) taşır. Lâkin Ruh’un özelliği olan idrak, irade ve seçme gibi kabiliyetlere malik değildir. Bu hususta İbn-î Kayyim (rh.a) şöyle demektedir: Ruh üflenmeden önce ceninde, tıpkı bitkide olduğu gibi gelişme ve beslenme kabiliyeti vardır. Bu gelişme ve beslenme kabiliyeti, iradeye dayalı değildir. Kendisine Ruh üflenince, bu gelişme ve beslenme kabiliyetine, hissetme ve irade kabiliyeti de eklenir. İradeli hareket Ruh’un varlığına delâlet eder. (Et-Tibyan fi Aksâmi’l-Kur’ân) Cenin’e Ruh’un nefhedilmesi mevzuuna gelince; Bu hususu Ayet’i kerime ve Hadis’i şerifler ışığında izah etmeye çalışalım inşa-Allah…. İnsanın yaratılışı ile ilgili Ayet’i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır: وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ . ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ . ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ “And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan, özden) yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (Rahimde) Nutfe (Zigot) haline getirdik. Sonra nutfeden bir Alak (Embrio) yarattık, derken o Alak’ı bir Mudğa (bir çiğnem et parçası “Fetus” halinde) yarattık, derken o Mudğa’dan kemik yarattık, derken o kemiklere et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir. (Mu’minun 12-14) Bu Ayet’i kerimeler bundan önceki bölümlerde, A) Âdem (a.s)’in yaratılışı ve B) Adem ve Havva (a.s)’dan sonra dölleme yoluyla o ikisinden ve onlardan sonraki nesillerin yaratılışının tümünü merhaleleriyle veciz bir şekilde beyan etmektedir. Âdem (a.s)’in hulkiyeti ve ondanda eşinin yaratılışı ile ilgili mevzuu daha önce teferruatlı bir şekilde izah etmeye çalışmış olmamızdan dolayı, burada uzunuzadiye bahsetmemiz konunun tekrarından başka bir şey olmayacağından, özetle şu kadarıyla yetinmeliyiz diye düşünüyorum. Öyle ki; Ayet’i kerimede de belirtildiği gibi وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ “And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış özden) yarattık.” (Mu’minun 12). Burad sülâle (سُلَالَةٍ ) diye geçen kelime ( سلّ) sell masdarından türetilmiş bir kelimedir. Buda bir şeyi bir şeyden hassasiyetle ve yumuşaklıkla sıyırıp çıkarmak demektir. İşte ilk insan Âdem (a.s), böyle çamurdan sıyrılıp çıkarılmış bir özden “sülâleden” yaratılmıştır. Bu “süzülüp çıkarılmış çamurdan” maksat, insanın özü ve bu özün gelişip insanî bir tekâmüle ulaşmasını sağlayan gerekli maddelerin tümünü ihtiva eden cevherlerin tamamıdır kanatindeyiz. Bunlarda topraktan (çamurdan) sıyırıp çıkarılmıştır. (Allah’u A’lem) Bu hususta Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde şunları söylemektedir: Demek ki, yüce yaratıcı, önce çamurdan seçerek bir sülâle çıkarmış ve insanı ilk defa o sülâleden yaratmıştır. Hicr Sûresi’nde dendiği gibi, وَلَقَدْ خَلَقْنَا الاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَاٍ مَسْنُونٍ " Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık" (Hıcr, 26). Bu çamur sülâlesinin, Fahruddîn Razî’nin de kaydettiği üzere, bir kısım tefsircilerin açıklamasına göre insanlara gıda olarak insanlığın organlarına ilk dönüşen maddeler olarak düşünülmesi mümkündür ki, bu maddeler çamurdan sıyrılmış çıkmış madensel, bitkisel veya hayvansal maddelerdir (elementlerdir). (Elmalılı Hamdi Yazır tfsr.) Âdem (a.s)’in yaratılış konusuna burada noktayı koyup, daha önce yaratılış merhalelerinden bahsettiğimiz dölleme yoluyla yaratılan Cenin’in yaratılış safhalarını özetleyıp, Cenin’e Ruh’un nefhedilmesi mevzuuna geçelim. Yukarıya taşıdığımız Ayet’i kerimeye göre yumurtanın döllenip Nutfe halini almasıyla başlayan hamilelik Alak, Mudğa, Kemiklerin oluşumu ve kemiklerin ete büründürülmesi olmak üzere dört safhanın sonunda insanın fiziki yapısı tamamlanmaktadır. Buradaki yaratılış safhalarından kemiklerin oluşumu ve kemiklerin etle giydirilmesi safhalarını, oluşum mahallerinin Mudğa ile ayni olması münasebeiyle, daha önceki bölümlerde Mudğa safhasıyla beraber teferruatlı bir şekilde ele almıştık. Ve hulkiyetin son safhası olan ve insanı insan ismi ile müsemma kılan asıl cevherin, yani Ruh’un, Ayet’i kerimede belirtildiği gibi; ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ “sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik.” verilmesi suretiyle yepyeni ve kendine özgü bir insanın yaratılışını ifade etmektedir. Zira başka bir Ayet’i kerimede de “ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ” “Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir” (Secde 9) denmektedir. Yani; İnsana ruhun üflenmesi, bir insanda olması gereken kemiklerin etle örtülmesi, göz, kulak, kalp gibi bütün organların gelişmesi, şekil olarak tam insan şeklini alması, tüm organlar kendi görevini yapma özelliklerine sahip olan bir hale getirilmesi sonunda vukubulmaktadır. Dolayısıyla سَوَّاهُ “sevvâhu” kelimesi Mü’minûn sûresindeki “ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ” ifadesine işaret etmektedir. (Allah’u A’lem) Abdullah bin Mes’ud’ten (r.a) rivayetle bir Hadis’i şerifte şöyle denmektedir; عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ الصَّادِقُ الْمَصْدُوقُ إِنَّ أَحَدَكُمْ يُجْمَعُ خَلْقُهُ فِي بَطْنِ أُمِّهِ أَرْبَعِينَ يَوْمًا ثُمَّ يَكُونُ فِي ذَلِكَ عَلَقَةً مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ يَكُونُ فِي ذَلِكَ مُضْغَةً مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ يُرْسَلُ الْمَلَكُ فَيَنْفُخُ فِيهِ الرُّوحَ وَيُؤْمَرُ بِأَرْبَعِ كَلِمَاتٍ بِكَتْبِ رِزْقِهِ وَأَجَلِهِ وَعَمَلِهِ وَشَقِيٌّ أَوْ سَعِيدٌ فَوَالَّذِي لَا إِلَهَ غَيْرُهُ إِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلَّا ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ فَيَدْخُلُهَا وَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلَّا ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ فَيَدْخُلُهَا Abdullah bin Mes’ud’ten (r.a) rivayetle “Peygamberimiz (s.a.v) buyurdular: “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddette “Alaka” olur. Sonra bu kadar müddette “Mudğa” olur. Sonra bir Melek gönderilir ona Ruh üflenir ve bu Melek dört kelime ile emrolunur. Bu Melek onun rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar. Kendisinden başka ilah olmayan Zat’a yemin ederim ki, sizden birisi hayatı boyunca Cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki kendisi ile Cennet arasında bir Zira’ mesafe kalır da yazılan şey galebe eder ve Cehennem ehlinin ameliyle amel ederek Cehenneme girer. Aynı şekilde sizden birisi hayatı boyunca Cehennem ehlinin amelini işler. Kendisi ile Cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe eder de Cennet ehlinin amelini işleyerek Cennet’e girer.” (Müslim, Kader, 1; Buhari, Kader, 1) Bu Hadis-i şerife göre Cenin; 40 gün Nutfe, 40 gün Alak, 40 gün Mudğa haline gelmektedir (Mudğa safhasına kemiklerin oluşması ve etle giydirilmeside dâhildir). Sonra bir melek gönderilerek ona Ruh üflendiği ve bu meleğin dört kelime ile emrolunduğu ve bu dört kelimenin rızkı, ameli, eceli ve şaki veya said olmasıdır. Bu durumda anne karnında bir ceninin ruh üflemeye kadar geçen zamanı 40+40+40= 120 gün, yani dört aydır. Dört aydan sonra çocuğu düşürmek veya kürtaj ile aldırmak caiz değildir. Çünkü dört ay sonra ruh verilmiş ve artık o bir insan olarak takdir edilmiş ve yaratılmıştır. Esas itibarıyla burada üzerinde durmamız gereken mevzuun insan Ruh’unun ne kadar önemli ve kudsi olduğudur. Bundan önceki fasıllarda da değindiğimiz üzere, insanı başka birçok varlıktan Ahsen, Mükerrem, Müzeyyen ve başka birçok özelliği ile üstün kılan Allah’ın (c.c) وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي “ona ruhumdan üfledim” (Hicr 29) dediği ve bu münasebetle bu müstesna varlığa insani bir özellik bahşettiği Cevher olan “İnsanî Ruh’tur” Bu hususu İmam-î Gazali ne güzel tasvir etmektedir. İmam-î Gazâlî bu hususa temas ederek diyor ki: “Ey insaniyet mertebesinde bulunan ve diğer mahlûkata faik (üstün) olan âdemoğlu! Senin iç âleminde ehlî ve yabanî hayvanların sıfatlarıyla meleklerin nice sıfatları toplanmıştır. Fakat senin hakikî varlığın (cevherin) Ruh’tur; ondan başkası senden gariptir ve emânet olarak sana verilmiştir.” “Şimdi sana vâcib olan, bunu iyice bilmen ve bunlardan her birinin ayrı bir gıdası ve ayrı bir saadeti olduğunu anlamandır. Hayvanların saadeti; yemek, içmek, uyku ve çiftleşmektir. Eğer sen kendini onlardan sayıyorsan, mide ve şehvetin için durmadan çalış ki onlara ulaşabilesin. Yırtıcı hayvanların saadeti; vurup parçalamaktadır. Şeytanların saadeti; hile, şer ve aldatmaktadır. Eğer sen kendini onlardan biri kabul ediyorsan, onların meşgul oldukları şeylerle meşgul ol! Meleklerin saadeti de, Hazret-i Rububiyetin cemâlini seyretmektedir. Gazap ve şehvetin meleklere doğru yolu yoktur. Yok, eğer sen meleklerin cevherinden isen, aslını anlamaya çalış ki Hazret-i İlâhiye’ye giden yolu bilip O’nun celâl ve cemâlini müşahedeye erişerek nefsini şehvet ve gazap kaydından kurtarasın!” İnsan, iki esastan müteşekkildir. Bunlar Beden ve Ruhtur. Biri ölümle yok olup gidiyor, diğeri ölümle ebedî bir hayata intikal edip ebedîleşiyor. Beden, zulmânî ve süflî olduğundan şehvet, gazap, gurur ve bunların kapsamına giren hayvanî sıfatları temsîl eder. Ruh ise, nurânî ve ulvî olduğu için akıl, irâde, şuur gibi üstün değerleri temsil eder. Ruh melekût âleminden olduğu için meleklerle alâkası vardır. Beden süflî âlemden olduğu için maddeyle ve şeytanlarla alâkası mevcuttur. O halde melekle hayvan arasına sıkıştırılmış olan insanın liyakat ve meziyetinin ölçülebilmesi ve bu iki varlık arasında denge sağlayıp sağlayamadığının tesbiti, melek ve şeytana olan münasebetine bağlıdır. İnsan, Melek’e olan yakınlık nisbetinde şeytandan uzaklaşmaktadır ve akıl, irâde, şuur gibi üstün değerlere sahip olur. Aksi durumda, şeytani sıfatlarla yüklenip hayvani seviyeye ve hatta hayvandan daha alçak seviyeye düşer. Yani; insanın mertebesinin tesbiti, Melek ve Şeytana olan uzaklık ve yakınlık münasebeti nisbetiyle mümkündür. NOT: Kanaatimce İnsanı öbür varlıklardan ayıran ve onlardan daha özellikli ve daha üstün kılan hususun; İnsanın ilâhî isimlerin zuhur mahalli olmasıdır. Allah’ın (c.c) Esması İnsandan daha câmi manâda hiç bir varlıkta zuhur etmemiştir (99 Esma). Âdem (a.s) yaratılmadan önceki varlıklar, sadece belirli Allah isimlerinin manalarıyla var olan varlıklardır. Yani; ifa etmek için görevlendirildikleri görevlerin manalarıyla mücehhezdirler. Meselâ; bir kısım melekler, "Subbuh" ve "Kuddus" isimlerinin manalarını izhar için vardır. Bir kısım melekler, "Cabbar" ve "Kahhar" isimlerinin manalarını izhar için vardır. Bunlar gibi sayısız melekler, yani bizim gözümüzün göremediği sayısız varlıklar çeşitli isim bileşimlerinin anlamlarını ortaya koyabilmek, aşikâr edebilmek için vardırlar. Keza, insanlardan evvel yeryüzünde yaşamış olan "Cin"ler ve günümüzde bazılarının tabiriyle "Uzaylılar" diye adlandırdıkları bu varlıklar, gene belirli sayıda isimlerin neticesi olarak; sınırlı sayıda ilâhi isimlerin manalarının ortaya çıkış şekli olarak vardırlar. Ki bu kısıtlılık dolayısıyla "Hilâfete" nail olamamışlardır. Buna mukabil Âdem (a.s) doksandokuz Esmanın manalarının tezahürü ile şereflendirilmiştir. Bundan dolayıdır ki Cenab-i Hakk (c.c) bir Ayet’i Kerimede Hz. Âdem için وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي “ve ona ruhumdan üfledim” (Hicr 29) ve başka bir Ayet’i celilede وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ “biz insanı mükerrem kıldık” (İsra 70) ve keza bir hadisi Şerifte; ”. إن الله تعالى خلق آدم على صورته “Allah (Azze ve Celle) Adem’i kendi suretinde yarattı” (Müslim) buyurmuşlardır. Âdem (a.s)’a Allah’ın (Azze ve Celle) Ruh’undan üflemesi, Âdem (a.s)’i mükerrem kılması ve Âdem`in, "Allah`ın sureti üzere var olması" gibi vasıfların kendisine verilmesi demek, "İlâhi isimlerin manaları ile Âdem (a.s)’in var olması" demektir. Dolayısıyla Âdem (a.s), "Allah`ın (c.c) isimlerinin manalarının tezahürü sonucu olması hasebiyle "Hilâfet" görevine seçilmiştir. O görev için meydana getirilmiş demektir. Zira Âdem’in "Halife" olması, yukarıdaki Ayet-i Kerime’de ve Hadis-i Şerif’te belirtildiği gibi ancak Âdem`in, İlâhi esmanın manalarının tezahürü olmasıyla mümkündür. İşte Bu esmaların tezahürü olan Âdem (a.s)’a ve dolayısıyla zürriyetine Allah’ın (c.c) ruhundan nefh etmesi demek; o Ruh’un bu esmalarla mücehhez olması ve bu sıfatları taşıyan bu Ruh’la onu şereflendirmesi demektir. İşte insanî Ruh’un sair Ruh’lardan farkı budur. Bu Esmanın dışa yansıması insandan insana değişir. Kimisinde Rahman sıfatı, kimisinde Celâl sıfatı, kimsinde Kahhar sıfatı, kimisinde Âlim sıfatı, kimisinde Halim sıfatı vs. şeklinde dışa yansıması daha belirgin bir şekilde vuku bulur ve o insanın dışa karşı davranış özelliğinin emaresini teşkil eder. Yani; Halim sıfatı ağırlıklı olan kişi yumuşak huylu, Celâl sıfatı ağırlıklı olan kişi sert huylu, Rahman sıfatı ağırlıklı olan kişi merhametli olur gibi. (Kişi hangi sıfatını geliştirmek isterse o sıfatı zikretmelidir. Misâl: daha iyi huylu olmak isteyen insan günde 100-300 defa halim sıfatını zikretmesi gibi). İşte insana mahsus olan ve Allah (azze ve cell) tarafından nefh edilen İnsanî-Ruh’un “99” esmanın manalarıyla mücehhez olması hasebiyle insanı, tekâmüle müsait ve öbür varlıklardan ayrı kılmak suretiyle yeryüzünün halifesi olmasına vesile olmuştur. (Allah’ü A’lem) (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)
AYET VE HADİS IŞIĞINDA YARATILIŞ (27)
M.HasipTAYLAN
- Anne Rahminde Cenin’in yaratılışı –
(Cenin’e Ruh verilmesi)
Bundan önceki bölümlerde Cenin’in hulkiyetinin başlangıcı olan sperm ve yumurtanın birleşmesi sonucu meydana gelen döllenmiş yumurtanın (Nutfe’nin, tıp dili ile Zigot’un) oluşumundan bahsetmiş ve bunu takip eden gelişme safhalarını izah etmeye çalışmıştık. Dolayısıyla bu merhaleler esnasında Nutfe’den (Zigot’un) Alak’a (Embryo’ya), ondan Mudğa’ya (Cenin’e), Mudğa’dan Kemiklere ve kemiklerin etle giydirilmesine ve nihayetinde Cenin’in tüm hayati fonksiyonlarını icra edecek olan organ ve uzuvların teşekkülüne kadar olan süreci müşahade etmiştik. Ve nihayetinde Ayet’i kerimenin beyanıyla; ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ “Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi” (secde 9). Yani; eli, ayağı, kulağı, burnu, parmakları, gözü, içorganları vs. tüm organ ve uzuvlarıyla insanî bir vecihle şekillendikten sonra Allah’ın (c.c) murad ve emr buyurması ile görevli Melek tarafında Cenin’e ruh verilir.
Ancak Cenin’e Ruh’un nefhedilmesi mevzuuna geçmeden önce Ruh nedir, Hayat nedir? Ruh Hayatın kaynağımıdır? Ruh olmadan hayat olurmu? Ruh’suz hayat nasıl olur? Gibi sorulara cevap bulmaya çalışalım. Bu mevzuyu şu anda konumuz olan Cenin üzerinde bir mülâhaza ve tahkik etmeye çalışalım.
Bilindiği üzere, Cenin’in başlangıcı ve ilk temel hücresi olan döllenmiş yumurta (Nutfe) sperm ile yumurta’nın birleşmesi sonucu oluşur. Daha önce detaylarıyla değindiğimiz gibi, oluşan bu ilk hücrenin bölünmesi ise, spermle yumurtanın birleşmesinden 24 saat sonra gerçekleşir. Yeni oluşan bu iki hücre de birbirinin aynıdır. Daha sonra bu rakam 4’e ulaşır ve bu bölünme katlanarak böylece sürer gider. Bu gelişme süreci bebeğin doğumuna kadar devam eder.
Peki, bu gelişmeyi sağlayan etken nedir? Bildiğimiz kadarıyla gelişen bir varlıkta hayati bir umde olması lâzımdır. Yoksa hayati bir emareye malik olmayan bir varlık bir gelişme, büyüme ve tekâmülleşme gösteremez. Ve Kur’anı azimüşşandan ve hadislerden edindiğimiz mâlümatlara göre de ilk baştan itibaren, ne spermde, ne yumurtada ve nede spermle yumurtanın birleşmesi sonucu meydana gelen Nutfe’de henüz anladığımız anlamda Ruh mevcut değildir. Hâlbuki sperm de, yumurta da ve ve ikisinin birleşmesi sonucu meydana gelen Nutfe de canlıdır. Zira iki canlının birleşmesi sonucu oluşan yeni bir canlı ve bu canlının da gelişmesi, büyümesi ve tekâmüle ermesi de hayatiyetin emareleri ile olmalıdır. Tıpkı canlı varlık olan bitkide olduğu gibi; beslenir, fotosentez yapar, gelişir ve çoğalır. Lâkin onun iradesi ve seçimi yoktur. Dolayısıyla Cenin de kendisine Ruh üflenmeden önce canlı bir varlıktır. Döllenme anından ve rahme ulaşma öncesinden itibaren beslenir ve gelişim gösterir. Hiç şüphesiz bu esnada ve bundan sonraki tüm merhalelerde kendisinde hayat vardır, canlıdır ve dolayısıyla canlılığının sürdürülebilmesi ve tekâmülü için gerekli olan beslenme faaliyetini rahimden temin etmekte ve büyüme ve gelişme fonksiyonlarını icra etmektedir. Ama anladığımız anlamda henüz “İnsanî Ruh” mevcut değildir.
Hülasa; kendisine ruh üflenene kadar her Cenin herhangi bir canlının rahmindeki Cenin gibidir. Lâkin insan değildir. Cenin’de bulunan hayatiyet tıpkı bitkilerdeki hayatiyet gibidir. Çünkü insana insanlık vasfını kazandıran şey onun canlılığından ziyade ona verilen Ruh’tur ve Ruh hayatı da ihtiva eder. Lâkin hayat veya can Ruh demek değildir. Zira Ruh’a sahip bir insan bütün canlılığı ile hayatî emareleri taşıdığı gibi, idrak, irade ve seçme gibi kabiliyetlerede sahiptir. Hâlbuki ruhsuz bir varlık (örneğin; bitki) sadece hayati emareleri (beslenme, büyüme, gelişme gb.) taşır. Lâkin Ruh’un özelliği olan idrak, irade ve seçme gibi kabiliyetlere malik değildir.
Bu hususta İbn-î Kayyim (rh.a) şöyle demektedir: Ruh üflenmeden önce ceninde, tıpkı bitkide olduğu gibi gelişme ve beslenme kabiliyeti vardır. Bu gelişme ve beslenme kabiliyeti, iradeye dayalı değildir. Kendisine Ruh üflenince, bu gelişme ve beslenme kabiliyetine, hissetme ve irade kabiliyeti de eklenir. İradeli hareket Ruh’un varlığına delâlet eder. (Et-Tibyan fi Aksâmi’l-Kur’ân)
Cenin’e Ruh’un nefhedilmesi mevzuuna gelince; Bu hususu Ayet’i kerime ve Hadis’i şerifler ışığında izah etmeye çalışalım inşa-Allah….
İnsanın yaratılışı ile ilgili Ayet’i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ . ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ . ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ “And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan, özden) yarattık. Sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (Rahimde) Nutfe (Zigot) haline getirdik. Sonra nutfeden bir Alak (Embrio) yarattık, derken o Alak’ı bir Mudğa (bir çiğnem et parçası “Fetus” halinde) yarattık, derken o Mudğa’dan kemik yarattık, derken o kemiklere et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir. (Mu’minun 12-14)
Bu Ayet’i kerimeler bundan önceki bölümlerde,
A) Âdem (a.s)’in yaratılışı ve
B) Adem ve Havva (a.s)’dan sonra dölleme yoluyla o ikisinden ve onlardan sonraki nesillerin yaratılışının tümünü merhaleleriyle veciz bir şekilde beyan etmektedir.
Âdem (a.s)’in hulkiyeti ve ondanda eşinin yaratılışı ile ilgili mevzuu daha önce teferruatlı bir şekilde izah etmeye çalışmış olmamızdan dolayı, burada uzunuzadiye bahsetmemiz konunun tekrarından başka bir şey olmayacağından, özetle şu kadarıyla yetinmeliyiz diye düşünüyorum. Öyle ki; Ayet’i kerimede de belirtildiği gibi وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ “And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış özden) yarattık.” (Mu’minun 12). Burad sülâle (سُلَالَةٍ ) diye geçen kelime ( سلّ) sell masdarından türetilmiş bir kelimedir. Buda bir şeyi bir şeyden hassasiyetle ve yumuşaklıkla sıyırıp çıkarmak demektir. İşte ilk insan Âdem (a.s), böyle çamurdan sıyrılıp çıkarılmış bir özden “sülâleden” yaratılmıştır. Bu “süzülüp çıkarılmış çamurdan” maksat, insanın özü ve bu özün gelişip insanî bir tekâmüle ulaşmasını sağlayan gerekli maddelerin tümünü ihtiva eden cevherlerin tamamıdır kanatindeyiz. Bunlarda topraktan (çamurdan) sıyırıp çıkarılmıştır. (Allah’u A’lem)
Bu hususta Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde şunları söylemektedir: Demek ki, yüce yaratıcı, önce çamurdan seçerek bir sülâle çıkarmış ve insanı ilk defa o sülâleden yaratmıştır. Hicr Sûresi’nde dendiği gibi, وَلَقَدْ خَلَقْنَا الاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَاٍ مَسْنُونٍ " Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık" (Hıcr, 26). Bu çamur sülâlesinin, Fahruddîn Razî’nin de kaydettiği üzere, bir kısım tefsircilerin açıklamasına göre insanlara gıda olarak insanlığın organlarına ilk dönüşen maddeler olarak düşünülmesi mümkündür ki, bu maddeler çamurdan sıyrılmış çıkmış madensel, bitkisel veya hayvansal maddelerdir (elementlerdir). (Elmalılı Hamdi Yazır tfsr.)
Âdem (a.s)’in yaratılış konusuna burada noktayı koyup, daha önce yaratılış merhalelerinden bahsettiğimiz dölleme yoluyla yaratılan Cenin’in yaratılış safhalarını özetleyıp, Cenin’e Ruh’un nefhedilmesi mevzuuna geçelim.
Yukarıya taşıdığımız Ayet’i kerimeye göre yumurtanın döllenip Nutfe halini almasıyla başlayan hamilelik Alak, Mudğa, Kemiklerin oluşumu ve kemiklerin ete büründürülmesi olmak üzere dört safhanın sonunda insanın fiziki yapısı tamamlanmaktadır. Buradaki yaratılış safhalarından kemiklerin oluşumu ve kemiklerin etle giydirilmesi safhalarını, oluşum mahallerinin Mudğa ile ayni olması münasebeiyle, daha önceki bölümlerde Mudğa safhasıyla beraber teferruatlı bir şekilde ele almıştık. Ve hulkiyetin son safhası olan ve insanı insan ismi ile müsemma kılan asıl cevherin, yani Ruh’un, Ayet’i kerimede belirtildiği gibi; ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ “sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik.” verilmesi suretiyle yepyeni ve kendine özgü bir insanın yaratılışını ifade etmektedir. Zira başka bir Ayet’i kerimede de “ثُمَّ سَوَّاهُ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ” “Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir” (Secde 9) denmektedir. Yani; İnsana ruhun üflenmesi, bir insanda olması gereken kemiklerin etle örtülmesi, göz, kulak, kalp gibi bütün organların gelişmesi, şekil olarak tam insan şeklini alması, tüm organlar kendi görevini yapma özelliklerine sahip olan bir hale getirilmesi sonunda vukubulmaktadır. Dolayısıyla سَوَّاهُ “sevvâhu” kelimesi Mü’minûn sûresindeki “ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آَخَرَ” ifadesine işaret etmektedir. (Allah’u A’lem)
Abdullah bin Mes’ud’ten (r.a) rivayetle bir Hadis’i şerifte şöyle denmektedir;
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ الصَّادِقُ الْمَصْدُوقُ إِنَّ أَحَدَكُمْ يُجْمَعُ خَلْقُهُ فِي بَطْنِ أُمِّهِ أَرْبَعِينَ يَوْمًا ثُمَّ يَكُونُ فِي ذَلِكَ عَلَقَةً مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ يَكُونُ فِي ذَلِكَ مُضْغَةً مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ يُرْسَلُ الْمَلَكُ فَيَنْفُخُ فِيهِ الرُّوحَ وَيُؤْمَرُ بِأَرْبَعِ كَلِمَاتٍ بِكَتْبِ رِزْقِهِ وَأَجَلِهِ وَعَمَلِهِ وَشَقِيٌّ أَوْ سَعِيدٌ فَوَالَّذِي لَا إِلَهَ غَيْرُهُ إِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلَّا ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ فَيَدْخُلُهَا وَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلَّا ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ فَيَدْخُلُهَا
Abdullah bin Mes’ud’ten (r.a) rivayetle “Peygamberimiz (s.a.v) buyurdular: “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddette “Alaka” olur. Sonra bu kadar müddette “Mudğa” olur. Sonra bir Melek gönderilir ona Ruh üflenir ve bu Melek dört kelime ile emrolunur. Bu Melek onun rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar. Kendisinden başka ilah olmayan Zat’a yemin ederim ki, sizden birisi hayatı boyunca Cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki kendisi ile Cennet arasında bir Zira’ mesafe kalır da yazılan şey galebe eder ve Cehennem ehlinin ameliyle amel ederek Cehenneme girer. Aynı şekilde sizden birisi hayatı boyunca Cehennem ehlinin amelini işler. Kendisi ile Cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe eder de Cennet ehlinin amelini işleyerek Cennet’e girer.” (Müslim, Kader, 1; Buhari, Kader, 1)
Bu Hadis-i şerife göre Cenin; 40 gün Nutfe, 40 gün Alak, 40 gün Mudğa haline gelmektedir (Mudğa safhasına kemiklerin oluşması ve etle giydirilmeside dâhildir). Sonra bir melek gönderilerek ona Ruh üflendiği ve bu meleğin dört kelime ile emrolunduğu ve bu dört kelimenin rızkı, ameli, eceli ve şaki veya said olmasıdır. Bu durumda anne karnında bir ceninin ruh üflemeye kadar geçen zamanı 40+40+40= 120 gün, yani dört aydır. Dört aydan sonra çocuğu düşürmek veya kürtaj ile aldırmak caiz değildir. Çünkü dört ay sonra ruh verilmiş ve artık o bir insan olarak takdir edilmiş ve yaratılmıştır.
Esas itibarıyla burada üzerinde durmamız gereken mevzuun insan Ruh’unun ne kadar önemli ve kudsi olduğudur. Bundan önceki fasıllarda da değindiğimiz üzere, insanı başka birçok varlıktan Ahsen, Mükerrem, Müzeyyen ve başka birçok özelliği ile üstün kılan Allah’ın (c.c) وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي “ona ruhumdan üfledim” (Hicr 29) dediği ve bu münasebetle bu müstesna varlığa insani bir özellik bahşettiği Cevher olan “İnsanî Ruh’tur” Bu hususu İmam-î Gazali ne güzel tasvir etmektedir.
İmam-î Gazâlî bu hususa temas ederek diyor ki: “Ey insaniyet mertebesinde bulunan ve diğer mahlûkata faik (üstün) olan âdemoğlu! Senin iç âleminde ehlî ve yabanî hayvanların sıfatlarıyla meleklerin nice sıfatları toplanmıştır. Fakat senin hakikî varlığın (cevherin) Ruh’tur; ondan başkası senden gariptir ve emânet olarak sana verilmiştir.”
“Şimdi sana vâcib olan, bunu iyice bilmen ve bunlardan her birinin ayrı bir gıdası ve ayrı bir saadeti olduğunu anlamandır. Hayvanların saadeti; yemek, içmek, uyku ve çiftleşmektir. Eğer sen kendini onlardan sayıyorsan, mide ve şehvetin için durmadan çalış ki onlara ulaşabilesin. Yırtıcı hayvanların saadeti; vurup parçalamaktadır. Şeytanların saadeti; hile, şer ve aldatmaktadır. Eğer sen kendini onlardan biri kabul ediyorsan, onların meşgul oldukları şeylerle meşgul ol! Meleklerin saadeti de, Hazret-i Rububiyetin cemâlini seyretmektedir. Gazap ve şehvetin meleklere doğru yolu yoktur. Yok, eğer sen meleklerin cevherinden isen, aslını anlamaya çalış ki Hazret-i İlâhiye’ye giden yolu bilip O’nun celâl ve cemâlini müşahedeye erişerek nefsini şehvet ve gazap kaydından kurtarasın!”
İnsan, iki esastan müteşekkildir. Bunlar Beden ve Ruhtur. Biri ölümle yok olup gidiyor, diğeri ölümle ebedî bir hayata intikal edip ebedîleşiyor. Beden, zulmânî ve süflî olduğundan şehvet, gazap, gurur ve bunların kapsamına giren hayvanî sıfatları temsîl eder. Ruh ise, nurânî ve ulvî olduğu için akıl, irâde, şuur gibi üstün değerleri temsil eder. Ruh melekût âleminden olduğu için meleklerle alâkası vardır. Beden süflî âlemden olduğu için maddeyle ve şeytanlarla alâkası mevcuttur.
O halde melekle hayvan arasına sıkıştırılmış olan insanın liyakat ve meziyetinin ölçülebilmesi ve bu iki varlık arasında denge sağlayıp sağlayamadığının tesbiti, melek ve şeytana olan münasebetine bağlıdır. İnsan, Melek’e olan yakınlık nisbetinde şeytandan uzaklaşmaktadır ve akıl, irâde, şuur gibi üstün değerlere sahip olur. Aksi durumda, şeytani sıfatlarla yüklenip hayvani seviyeye ve hatta hayvandan daha alçak seviyeye düşer. Yani; insanın mertebesinin tesbiti, Melek ve Şeytana olan uzaklık ve yakınlık münasebeti nisbetiyle mümkündür.
NOT: Kanaatimce İnsanı öbür varlıklardan ayıran ve onlardan daha özellikli ve daha üstün kılan hususun; İnsanın ilâhî isimlerin zuhur mahalli olmasıdır. Allah’ın (c.c) Esması İnsandan daha câmi manâda hiç bir varlıkta zuhur etmemiştir (99 Esma). Âdem (a.s) yaratılmadan önceki varlıklar, sadece belirli Allah isimlerinin manalarıyla var olan varlıklardır. Yani; ifa etmek için görevlendirildikleri görevlerin manalarıyla mücehhezdirler. Meselâ; bir kısım melekler, "Subbuh" ve "Kuddus" isimlerinin manalarını izhar için vardır. Bir kısım melekler, "Cabbar" ve "Kahhar" isimlerinin manalarını izhar için vardır. Bunlar gibi sayısız melekler, yani bizim gözümüzün göremediği sayısız varlıklar çeşitli isim bileşimlerinin anlamlarını ortaya koyabilmek, aşikâr edebilmek için vardırlar. Keza, insanlardan evvel yeryüzünde yaşamış olan "Cin"ler ve günümüzde bazılarının tabiriyle "Uzaylılar" diye adlandırdıkları bu varlıklar, gene belirli sayıda isimlerin neticesi olarak; sınırlı sayıda ilâhi isimlerin manalarının ortaya çıkış şekli olarak vardırlar. Ki bu kısıtlılık dolayısıyla "Hilâfete" nail olamamışlardır. Buna mukabil Âdem (a.s) doksandokuz Esmanın manalarının tezahürü ile şereflendirilmiştir. Bundan dolayıdır ki Cenab-i Hakk (c.c) bir Ayet’i Kerimede Hz. Âdem için وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي “ve ona ruhumdan üfledim” (Hicr 29) ve başka bir Ayet’i celilede وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ “biz insanı mükerrem kıldık” (İsra 70) ve keza bir hadisi Şerifte; ”. إن الله تعالى خلق آدم على صورته “Allah (Azze ve Celle) Adem’i kendi suretinde yarattı” (Müslim) buyurmuşlardır. Âdem (a.s)’a Allah’ın (Azze ve Celle) Ruh’undan üflemesi, Âdem (a.s)’i mükerrem kılması ve Âdem`in, "Allah`ın sureti üzere var olması" gibi vasıfların kendisine verilmesi demek, "İlâhi isimlerin manaları ile Âdem (a.s)’in var olması" demektir. Dolayısıyla Âdem (a.s), "Allah`ın (c.c) isimlerinin manalarının tezahürü sonucu olması hasebiyle "Hilâfet" görevine seçilmiştir. O görev için meydana getirilmiş demektir. Zira Âdem’in "Halife" olması, yukarıdaki Ayet-i Kerime’de ve Hadis-i Şerif’te belirtildiği gibi ancak Âdem`in, İlâhi esmanın manalarının tezahürü olmasıyla mümkündür. İşte Bu esmaların tezahürü olan Âdem (a.s)’a ve dolayısıyla zürriyetine Allah’ın (c.c) ruhundan nefh etmesi demek; o Ruh’un bu esmalarla mücehhez olması ve bu sıfatları taşıyan bu Ruh’la onu şereflendirmesi demektir. İşte insanî Ruh’un sair Ruh’lardan farkı budur.
Bu Esmanın dışa yansıması insandan insana değişir. Kimisinde Rahman sıfatı, kimisinde Celâl sıfatı, kimsinde Kahhar sıfatı, kimisinde Âlim sıfatı, kimisinde Halim sıfatı vs. şeklinde dışa yansıması daha belirgin bir şekilde vuku bulur ve o insanın dışa karşı davranış özelliğinin emaresini teşkil eder. Yani; Halim sıfatı ağırlıklı olan kişi yumuşak huylu, Celâl sıfatı ağırlıklı olan kişi sert huylu, Rahman sıfatı ağırlıklı olan kişi merhametli olur gibi. (Kişi hangi sıfatını geliştirmek isterse o sıfatı zikretmelidir. Misâl: daha iyi huylu olmak isteyen insan günde 100-300 defa halim sıfatını zikretmesi gibi). İşte insana mahsus olan ve Allah (azze ve cell) tarafından nefh edilen İnsanî-Ruh’un “99” esmanın manalarıyla mücehhez olması hasebiyle insanı, tekâmüle müsait ve öbür varlıklardan ayrı kılmak suretiyle yeryüzünün halifesi olmasına vesile olmuştur. (Allah’ü A’lem) (DEVAM EDECEK İNŞA-ALLAH)
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 282204
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.