Dua, kelime anlamı itibariyle istemek, çağırmak, seslenmek, yardım talep etmek anlamlarına gelir. Dini literatürde ise, insanların tanrı diye kabul ettiği ya da ettikleri varlık ya da varlıklardan her çeşit istekte bulunması, kendilerini sıkıntılardan kurtarmaları için çağrı yapması, çeşitli sosyal, ekonomik ve doğa olayları karşısında arzu ettiklerini dile getirmesidir. Başka bir anlatımla, insan gücünün yetmediği, çaresiz kaldığı, elinden gelmediği ve altından kalkamadığı konular hakkında daha güçlü ve yeterli saydıkları varlıklardan yardım istemektedir. Bu varlıklar, tarih boyunca çeşitli isimlerle anılmış ve farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Günümüz dünyasında da güç alınan, istekte bulunulan, zor durumlarda güven duyulan, sırt dayanılan, yardım talep edilen değişik unsurlar vardır. Bunlarla ilgili insanlık tarihinin çok tanrılı dinler dönemine ait sayısız örnek bulunmaktadır. Bu konudaki en kesin delil Kur’an’da şu şekilde belirtilir. “Şöyle dediler: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.” (Nuh Suresi, 23) Ayette sıralanan isimler Nuh Kavminin tapa geldikleri tanrıların isimleridir. Nuh Kavmi, kayadan yontularak şekil verilmiş olan bu nesnelerin her birinin farklı görevleri olan tanrıları olduğuna inanmaktaydı. Ve bütün taleplerini bunların karşısında saygıyla dile getiriyorlardı. Bir istekleri olduğunda bunlardan istiyorlardı. Nuh kavminin putperestliğine benzer bir inanış da Hz. İbrahim döneminde yaşanmıştır. O dönemin insanları, taptıkları putlar için bir puthane yapmışlar, kapısına da tanrılarına zarar gelmesin diye sürekli nöbetçi koymuşlardır. Nöbetçi bulamadıkları bir gün bu işi Hz. İbrahim’e vermişlerdi. Hz. İbrahim, kavmini bu kötü inanışlarından dolayı kınıyor, kızıyor ve onları Allah’a inanmaya davet ediyordu. Ama kendisini kimse dinlemiyordu. Daha sonra yaşanan olaylar Kur’an’da şu şekilde anlatılır: “(İbrahim):Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım. Derken (İbrahim) belki kendisine başvururlar diye içlerinden bir büyüğü bırakarak onları (putları) paramparça etti. Onlar, “Kim yaptı bunu tanrılarımıza! Muhakkak o zalimlerden biridir” dediler. (İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler. (Bir kısmı da) “O hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda) şahitlik ederler” dediler. (İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler. Dedi ki: “Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!” (Enbiya Suresi, 57-63) Hz. İbrahim, putları baltayla parçalamış, baltayı da en büyük putun omuzuna asmıştır. “Bunu şu büyükleri yapmıştır” dediği, o puttur. İnsanlar, Hz. İbrahim’e “Put hiç konuşur mu da ona soralım?” diye itiraz ettiğinde bile konuşamayan, kendini koruyamayan, hiçbir şey yapamayan nesnelere ilah diye tapmaktan vazgeçmemiştir. Bu tür inanışlar insanlık tarihi boyunca dünyanın her yerinde görülmüştür. Son peygamber Hz. Muhammed’in (S.A.S.) kavmi ise taptıkları putlara Uzza, Lat, Menat gibi isimler vermişlerdir. Geriye dönüp bakıldığında bu putlarla birlikte onlara tapanlar da helak edilip tarih sahnesinden çekildiğinde arkalarında kötü birer nam bırakmaktan kurtulamamışlardır. Bütün bunlara rağmen konu bunlar değildir. Buraya kadar yapılan açıklamalar, insanların genel olarak neye ya da nelere dua etmiş olduklarını hatırlamak içindir. Şurası bir gerçektir ki; kendilerine ilah diye tapılan ve dua edilerek çok çeşitli konularda istekte bulunulan bu nesneler, bunların hiçbirine cevap verecek ya da isteklerini yerine getirecek güçte ve nitelikte değildi. Bununla ilgili Ahkaf Suresi 5. Ayet’te; “Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.” denilerek insanların tanrı diye tapılanların ve dua edilerek istekte bulunulanların hiçbir şeyden haberdar olmadıkları vurgulanmaktadır. “Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek” ifadesi ise, onların kıyamet gününde kendilerine tapanlara, “Siz bize ibadet etmiyordunuz. Şimdi ise sizin bize tapınmanızdan habersiz olduğumuza dair sizinle bizim aramızda şâhit olarak Allah yeter.” (Yunus Suresi 29) şeklinde açıklama getiren Kur’an, onların sadece kıyamet günü şahitlik yapmak üzere konuşabileceklerini bildirmektedir. Bu şahitlik ve konuşma açıkça göstermektedir ki, onların Allah’tan başkasına ilah sıfatıyla yaptıkları duanın suyun üzerine yazılan bir yazı kadar bile kalıcılığı ve değeri yoktur. Bütün bunlardan açıkça anlaşılmaktadır ki; dua, ancak edilen duanın gereğini yapabilecek güçte, kudrette, bilgide olana yapılırsa bir anlamı olur. Aksi halde hiçbir anlam ifade etmez. Bu güç, kudret ve bilgi ise sadece Allah’a aittir. Allah’tan başkasına edilen duanın hiçbir geçerliliği yoktur. Günümüz dünyası, küresel bir salgın yaşadığı bu günlerde Allah’a dua edip salgının yok olmasını dilemektedir. Korona virüs salgını İtalya’da hızla yayılıp her gün pek çok insanın hayatını almaya başladığında, Papa ellerini açıp Roma’da Allah’a dua etmiştir. Rusya’da iki papaz, yanlarına kutsal saydıkları levhayı da alıp helikopterle Rusya üzerinde dolaşarak salgından kurtulmak için dua etmişlerdir. Müslüman ülkelerde ise salgın için yapılan dualar daha yoğundur. Şurası bir gerçek ki, dünyanın her yerinde, her köşesinde bu amaçla gece gündüz dua edilmektedir. Ne var ki, salgın hızla yayılmaya, her gün daha çok insanın ölümüne yol açmaya devam ediyor. Burada şu soruyu sormak anlamlı olur: Çeşitli nesnelerden yapılan putlar dualara cevap veremiyor, gereğini yerine getiremiyordu. Peki Allah neden kendisine yapılan bunca duayı cevapsız bırakıyor, kullarının isteklerini karşılıksız bırakıyor? Bu sorunun cevabını Kur’an vermektedir: “Gerçek dua ancak O’nadır (Allah’adır). O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Ra’d Suresi, 14) Allah, kafirlerin duasının boşuna olduğunu açıkça ifade etmektedir. Burada şu sorunun da cevabını vermek gerekir. Kafir kimdir? Bu da Kur’an’da açıkça bildirilmektedir: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” (Maide Suresi, 44) Peki Allah’ın indirdiği nedir? “(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa Suresi, 105) Bu açıklamalar ışığında, duanın kabul edilmesi için duanın sadece ve sadece Allah’a edilmesi, O’ndan başka ilah edinilmemesi, dua edenin kafir olmaması, kafir olunmaması için de Allah’ın indirdiği Kur’an’ın bütün emir ve yasaklarına harfiyen uyuluyor olması gerekir. Peki bunlar yeter mi? Allah, bir duanın nasıl yapılması gerektiğini şu şekilde açıklamaktadır: “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf Suresi, 55) Allah, insanın kendisinin bile duyamayacağı bir ses tonuyla yapılan duaları da duyar. Bu nedenle insanın avazı çıktığı kadar bağırarak dua etmesi gereksizdir, hatta böyle yapmak haddi aşmaktır. Bütün bunların ışığı altında, yapılan duada istenilen dileği yerine getirecek olan sadece Allah’tır. Allah, kimin duasını kabul edeceğini açıkça bildirmektedir. Aynı zamanda duanın nasıl yapılması gerektiğini de tarif etmektedir. Bütün bu kriterlere uyan, sayılan bu niteliklere haiz olan varsa, salgından kurtulmak adına bütün insanlık için dua etsin. Duası kabul edilmeyecek bir hayat sürenlerin, denizde fırtınaya yakalanıp, kurtulduğu takdirde Allah’a inanacağını söyleyen ve karaya çıktığında nankörlük eden kişiler gibi Allah’ı kandırmaya çalışması boşunadır. Salgından sonra yine tüm insanlık Firavun gibi bozgunculuk yapacaksa, Karun gibi mahzenlere mal yığacaksa, Ebu Leheb gibi dinini ticaretine alet edip menfaat peşinde koşacaksa üç yıl, beş yıl, on yıl, kısaca bir süre daha yaşaması kendi zararınadır. Bu şekilde ancak günah yükünü artırır. Burada şeytan kaynaklı, ya da cehalet merkezli şöyle bir soru akla gelebilir: Gerçek bu ise, Allah neden kendine inanmayan milletleri genel olarak zenginleştirmiş, inananlar yoksul kalmıştır? Öyle ya, insanlar her zaman bir takım istekleri için dua etmişlerdir. Bunun da en doğru cevabını Kur’an vermektedir. “Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkına varmıyorlar.” (Mü’minun Suresi, 55-56) Allah’a inanmayanların ve O’ndan başka ilah edinenlerin neden genel olarak refah seviyesi yüksek toplumlar olduğunu bundan daha iyi kim ifade edebilir? Allah’a inanmış olan insan ya da toplumların ise genel olarak sıkıntıda olmasının sebebi ise, “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa Suresi, 136) ayetinde vurgulandığı üzere, iman edenlerin imanlarındaki hastalıklardır. Allah; “ey iman edenler” derken, burada inananlara seslenmekte, onlardan gerektiği gibi Allah’a, peygambere, peygambere indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman etmelerini istemiş, ahiret gününü inkar edenlerin ise derin bir sapıklığa düşmüş olduklarının altını çizmiştir. Bu noktada şöyle bir iddiada bulunmak yerinde olur: Bütün bunlar bir BÜTÜN’ün parçalarıdır. Bütün’ün bir ya da birkaç parçası eksik olursa bütün’den söz edilemez. Şimdi yüzü olan kalkıp dua etsin. Tüm insanlık Allah’tan af diler ve ekonomik, toplumsal, ticari, yönetimsel, hukuksal, beşeri, askeri ve buna benzer hastalıklarından kurtulursa, daha sonra Hz. Yunus’un kavmi gibi helak edilmekten Allah’ın dilemesiyle kurtulabilir. 09.04.2020 Muhammed Yüksel ARKALI
Dua, kelime anlamı itibariyle istemek, çağırmak, seslenmek, yardım talep etmek anlamlarına gelir. Dini literatürde ise, insanların tanrı diye kabul ettiği ya da ettikleri varlık ya da varlıklardan her çeşit istekte bulunması, kendilerini sıkıntılardan kurtarmaları için çağrı yapması, çeşitli sosyal, ekonomik ve doğa olayları karşısında arzu ettiklerini dile getirmesidir. Başka bir anlatımla, insan gücünün yetmediği, çaresiz kaldığı, elinden gelmediği ve altından kalkamadığı konular hakkında daha güçlü ve yeterli saydıkları varlıklardan yardım istemektedir. Bu varlıklar, tarih boyunca çeşitli isimlerle anılmış ve farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Günümüz dünyasında da güç alınan, istekte bulunulan, zor durumlarda güven duyulan, sırt dayanılan, yardım talep edilen değişik unsurlar vardır.
Bunlarla ilgili insanlık tarihinin çok tanrılı dinler dönemine ait sayısız örnek bulunmaktadır. Bu konudaki en kesin delil Kur’an’da şu şekilde belirtilir. “Şöyle dediler: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Hele hele Vedd’i, Süvâ’ı, Yeğûs’u, Ye’ûk’u ve Nesr’i hiç bırakmayın.” (Nuh Suresi, 23) Ayette sıralanan isimler Nuh Kavminin tapa geldikleri tanrıların isimleridir. Nuh Kavmi, kayadan yontularak şekil verilmiş olan bu nesnelerin her birinin farklı görevleri olan tanrıları olduğuna inanmaktaydı. Ve bütün taleplerini bunların karşısında saygıyla dile getiriyorlardı. Bir istekleri olduğunda bunlardan istiyorlardı.
Nuh kavminin putperestliğine benzer bir inanış da Hz. İbrahim döneminde yaşanmıştır. O dönemin insanları, taptıkları putlar için bir puthane yapmışlar, kapısına da tanrılarına zarar gelmesin diye sürekli nöbetçi koymuşlardır. Nöbetçi bulamadıkları bir gün bu işi Hz. İbrahim’e vermişlerdi. Hz. İbrahim, kavmini bu kötü inanışlarından dolayı kınıyor, kızıyor ve onları Allah’a inanmaya davet ediyordu. Ama kendisini kimse dinlemiyordu. Daha sonra yaşanan olaylar Kur’an’da şu şekilde anlatılır: “(İbrahim):Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra ben putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım. Derken (İbrahim) belki kendisine başvururlar diye içlerinden bir büyüğü bırakarak onları (putları) paramparça etti. Onlar, “Kim yaptı bunu tanrılarımıza! Muhakkak o zalimlerden biridir” dediler. (İçlerinden bazıları), “İbrahim denilen bir gencin onları diline doladığını duyduk” dediler. (Bir kısmı da) “O hâlde haydi, onu insanların gözü önüne getirin. Belki (bu konuda) şahitlik ederler” dediler. (İbrahim gelince) “Sen mi yaptın bunu ilâhlarımıza ey İbrahim” dediler. Dedi ki: “Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!” (Enbiya Suresi, 57-63) Hz. İbrahim, putları baltayla parçalamış, baltayı da en büyük putun omuzuna asmıştır. “Bunu şu büyükleri yapmıştır” dediği, o puttur. İnsanlar, Hz. İbrahim’e “Put hiç konuşur mu da ona soralım?” diye itiraz ettiğinde bile konuşamayan, kendini koruyamayan, hiçbir şey yapamayan nesnelere ilah diye tapmaktan vazgeçmemiştir.
Bu tür inanışlar insanlık tarihi boyunca dünyanın her yerinde görülmüştür. Son peygamber Hz. Muhammed’in (S.A.S.) kavmi ise taptıkları putlara Uzza, Lat, Menat gibi isimler vermişlerdir. Geriye dönüp bakıldığında bu putlarla birlikte onlara tapanlar da helak edilip tarih sahnesinden çekildiğinde arkalarında kötü birer nam bırakmaktan kurtulamamışlardır.
Bütün bunlara rağmen konu bunlar değildir. Buraya kadar yapılan açıklamalar, insanların genel olarak neye ya da nelere dua etmiş olduklarını hatırlamak içindir. Şurası bir gerçektir ki; kendilerine ilah diye tapılan ve dua edilerek çok çeşitli konularda istekte bulunulan bu nesneler, bunların hiçbirine cevap verecek ya da isteklerini yerine getirecek güçte ve nitelikte değildi. Bununla ilgili Ahkaf Suresi 5. Ayet’te; “Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.” denilerek insanların tanrı diye tapılanların ve dua edilerek istekte bulunulanların hiçbir şeyden haberdar olmadıkları vurgulanmaktadır. “Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek” ifadesi ise, onların kıyamet gününde kendilerine tapanlara, “Siz bize ibadet etmiyordunuz. Şimdi ise sizin bize tapınmanızdan habersiz olduğumuza dair sizinle bizim aramızda şâhit olarak Allah yeter.” (Yunus Suresi 29) şeklinde açıklama getiren Kur’an, onların sadece kıyamet günü şahitlik yapmak üzere konuşabileceklerini bildirmektedir. Bu şahitlik ve konuşma açıkça göstermektedir ki, onların Allah’tan başkasına ilah sıfatıyla yaptıkları duanın suyun üzerine yazılan bir yazı kadar bile kalıcılığı ve değeri yoktur.
Bütün bunlardan açıkça anlaşılmaktadır ki; dua, ancak edilen duanın gereğini yapabilecek güçte, kudrette, bilgide olana yapılırsa bir anlamı olur. Aksi halde hiçbir anlam ifade etmez. Bu güç, kudret ve bilgi ise sadece Allah’a aittir. Allah’tan başkasına edilen duanın hiçbir geçerliliği yoktur.
Günümüz dünyası, küresel bir salgın yaşadığı bu günlerde Allah’a dua edip salgının yok olmasını dilemektedir. Korona virüs salgını İtalya’da hızla yayılıp her gün pek çok insanın hayatını almaya başladığında, Papa ellerini açıp Roma’da Allah’a dua etmiştir. Rusya’da iki papaz, yanlarına kutsal saydıkları levhayı da alıp helikopterle Rusya üzerinde dolaşarak salgından kurtulmak için dua etmişlerdir. Müslüman ülkelerde ise salgın için yapılan dualar daha yoğundur. Şurası bir gerçek ki, dünyanın her yerinde, her köşesinde bu amaçla gece gündüz dua edilmektedir. Ne var ki, salgın hızla yayılmaya, her gün daha çok insanın ölümüne yol açmaya devam ediyor. Burada şu soruyu sormak anlamlı olur: Çeşitli nesnelerden yapılan putlar dualara cevap veremiyor, gereğini yerine getiremiyordu. Peki Allah neden kendisine yapılan bunca duayı cevapsız bırakıyor, kullarının isteklerini karşılıksız bırakıyor?
Bu sorunun cevabını Kur’an vermektedir: “Gerçek dua ancak O’nadır (Allah’adır). O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Ra’d Suresi, 14) Allah, kafirlerin duasının boşuna olduğunu açıkça ifade etmektedir. Burada şu sorunun da cevabını vermek gerekir. Kafir kimdir? Bu da Kur’an’da açıkça bildirilmektedir: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” (Maide Suresi, 44) Peki Allah’ın indirdiği nedir? “(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma.” (Nisa Suresi, 105)
Bu açıklamalar ışığında, duanın kabul edilmesi için duanın sadece ve sadece Allah’a edilmesi, O’ndan başka ilah edinilmemesi, dua edenin kafir olmaması, kafir olunmaması için de Allah’ın indirdiği Kur’an’ın bütün emir ve yasaklarına harfiyen uyuluyor olması gerekir. Peki bunlar yeter mi? Allah, bir duanın nasıl yapılması gerektiğini şu şekilde açıklamaktadır: “Rabbinize alçak gönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf Suresi, 55) Allah, insanın kendisinin bile duyamayacağı bir ses tonuyla yapılan duaları da duyar. Bu nedenle insanın avazı çıktığı kadar bağırarak dua etmesi gereksizdir, hatta böyle yapmak haddi aşmaktır.
Bütün bunların ışığı altında, yapılan duada istenilen dileği yerine getirecek olan sadece Allah’tır. Allah, kimin duasını kabul edeceğini açıkça bildirmektedir. Aynı zamanda duanın nasıl yapılması gerektiğini de tarif etmektedir. Bütün bu kriterlere uyan, sayılan bu niteliklere haiz olan varsa, salgından kurtulmak adına bütün insanlık için dua etsin. Duası kabul edilmeyecek bir hayat sürenlerin, denizde fırtınaya yakalanıp, kurtulduğu takdirde Allah’a inanacağını söyleyen ve karaya çıktığında nankörlük eden kişiler gibi Allah’ı kandırmaya çalışması boşunadır. Salgından sonra yine tüm insanlık Firavun gibi bozgunculuk yapacaksa, Karun gibi mahzenlere mal yığacaksa, Ebu Leheb gibi dinini ticaretine alet edip menfaat peşinde koşacaksa üç yıl, beş yıl, on yıl, kısaca bir süre daha yaşaması kendi zararınadır. Bu şekilde ancak günah yükünü artırır.
Burada şeytan kaynaklı, ya da cehalet merkezli şöyle bir soru akla gelebilir: Gerçek bu ise, Allah neden kendine inanmayan milletleri genel olarak zenginleştirmiş, inananlar yoksul kalmıştır? Öyle ya, insanlar her zaman bir takım istekleri için dua etmişlerdir. Bunun da en doğru cevabını Kur’an vermektedir. “Kendilerine bol bol verdiğimiz mal ve evlatla onların iyiliğine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkına varmıyorlar.” (Mü’minun Suresi, 55-56) Allah’a inanmayanların ve O’ndan başka ilah edinenlerin neden genel olarak refah seviyesi yüksek toplumlar olduğunu bundan daha iyi kim ifade edebilir? Allah’a inanmış olan insan ya da toplumların ise genel olarak sıkıntıda olmasının sebebi ise, “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa Suresi, 136) ayetinde vurgulandığı üzere, iman edenlerin imanlarındaki hastalıklardır. Allah; “ey iman edenler” derken, burada inananlara seslenmekte, onlardan gerektiği gibi Allah’a, peygambere, peygambere indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman etmelerini istemiş, ahiret gününü inkar edenlerin ise derin bir sapıklığa düşmüş olduklarının altını çizmiştir.
Bu noktada şöyle bir iddiada bulunmak yerinde olur: Bütün bunlar bir BÜTÜN’ün parçalarıdır. Bütün’ün bir ya da birkaç parçası eksik olursa bütün’den söz edilemez.
Şimdi yüzü olan kalkıp dua etsin. Tüm insanlık Allah’tan af diler ve ekonomik, toplumsal, ticari, yönetimsel, hukuksal, beşeri, askeri ve buna benzer hastalıklarından kurtulursa, daha sonra Hz. Yunus’un kavmi gibi helak edilmekten Allah’ın dilemesiyle kurtulabilir. 09.04.2020
Muhammed Yüksel ARKALI
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 335639
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.