Sevgi, duygusal bir bağdır. Kişinin içinden gelir. Doğuş yeri kalptir. Yaratılışın temelinde sevgi vardır. Yaratıcı, her varlık için bir sevgi koymuştur. Mesela, ıspanak suyu sever, erimiş demiri ve benzer maddeleri sever. Hayvan ve insan da ıspanağı sever. Her bedenin, kendini teşkil eden varlığa meyli yani sevgisi vardır. Tabiidir ki, beşeri sevgiden söz edildiği zaman, zamanımızdaki psikolojik manevi havanın ortaya çıkardığı sahip olma aşkı, zevkin tevlit ettiği psikolojik ve fiziki aşk, tatma aşkı, kıskançlık ve şehevi bağlılık gibi durumlar hatıra gelir. Buna karşılık, ilahi aşk söz konusu olduğu zaman, hatırlatılan durumlardan hiç biri söz konusu olmaksızın her şeyin bir değer kazandığı, her yerin güzelliklerinin fark edildiği çok geniş bir sevgi yelpazesi bahse konu olur. Kim sevgisiz yaşayabilir? Hiçbir şeyi sevmeden yaşamak, hiçbir şeye sevgi duymamak mümkün müdür? Sevmemek söz konusu ise o varlığın, kendi varlığının devam etmesini inkâr etmesi ve kendi varlığından nefret etmesi söz konusudur. Seven için, varlık önemli, yokluk ise nefret edilen bir husustur. Bu sebepledir ki, insanlar, yaşamayı sever; ölümden nefret ederler. Hayata iyi gözle bakanlar, yani aklını kullanan, varlık hakkında bilgili olan iyimserler için hayat güzeldir ve yaşanmaya değer. Bunun için Senaca adlı filozof, “Rabbim, beni, kör, topal yap, ama yaşat” demiştir. Hayata kötü gözle bakanlar, varlık hakkında bilgi sahibi olmayan cahiller de hayattan nefret ederler. Ama yaşamaya da devam ederler. Hayatı sevmemelerinin sebebi, içinde bulundukları kötü durumdur. Schopenhauer, çok kötü bir durumda idi de, bu yüzden hayata kötümser bakıyordu. İnsanın ilk sevdiği şey, kendi nefsi ve kendi özüdür. Kişi, varlığının devamını ister. Önce kendini, sonra çocuklarını ve ailesini sever. Bu çerçevede, üç türlü sevgiden söz edilir: 1- İnsanlarda doğuştan bulunan ve kendi cinsine yönelik sevgidir ki, çocuk sevgisi buna misal olarak verilebilir. 2- Kişinin iradesiyle ortaya çıkan bir sevgiler vardır. Bunlar, İnsanın fazilete iştirak etmek yani âlemde mevcut olan erdemlere ortak olmak için duyduğu sevgidir. Yaratılışın kaynağını (mebde’) bilip Yaratıcı’ya ve yaratılmış olmaya karşı duyulan sevgi ile, yaratılışın sonunu (mead) düşünüp hayatı ve onu vereni sevme ve âlemde mutlu olmakla ilgili düşüncenin ortaya çıkardığı sevgidir. Kişinin iradesiyle ortaya çıkan bir başka sevgi, menfaat için gelişen sevgidir. Kişi, kendi bencilliğine veya egoizmine uygun olan şeyleri sever. Dünyadaki nimetlerden tat ve zevk almak için eşyaya karşı duyulan sevgi iradeyle doğan sevgilerdir. 3- Kişiler, çıkarlarına dayalı olarak sevgi üretirler. Per çok insanî münasebetler, bu çerçevede değerlendirilebilir. Meselâ, bir sanatçı, o anda, konserde hazır olan ama hiç tanımadığı kişilere “ Sizi seviyorum” der. Felsefeciler, insanların üç türlü nefse sahip olduklarını ve nefisleri ve onların istekleri kadar sevginin var olduğunu söylerler. Bazı insanlar, bitkinin sahip olduğu nefis özelliğine sahiptirler. Bu demektir ki, bitkiler beslenme, büyüme ve üreme özelliğine sahiptirler. Bitkiler, kendi tabiatlarına aşıktırlar. Sadece bu bitkisel özelliklere sahip olan kişiler, yemeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı ve üremeyi severler. Sevgileri, kendilerine bunları veren nesnelere yöneliktir. Bir kısım insanlar, yeme, içme, gezinme ve üreme yanında hayvanî nefsinin sahip olduğu öfke, kahır, hakimiyet ve benzeri hallere de malik bulunurlar. Bunlar, yer, içer, gezinir, aynı zaman da öfkelenir, kızar, yakıp yıkarlar. Her güç, aşkın yüklendiği işi yapar. Böyle bir aşk, gazaplandırır, intikam almayı ve ütün gemliyi telkin eder. Düşünceleri sadece yaşamak, yaşamak ve yaşamaktır. Her güç, aşkın yüklendiği işi yapar. Canlılarda şehvani güç, aşkı meydana getiren en önemli sebeptir. Üremeyi sağlayan aşk her canlıda ilahi bir veridir Bazı insanlar da, yer, içer, beslenir, hareket eder ve ürerler. Ama bütün bunların yanında varlık hakkında tam bilgi sahibi olmak, hayatı onu verenin isteğine göre yaşamak, âlem ve Yaratıcı’sı hakkında bilgi sahibi(marifet) olmak ve bu bilgilere uygun olarak insan nefsinin ve ruhunun ihtiyacı olan erdemlere ve faziletlere karşı saygı ve sevgi duyarlar. Bunların sevgileri insani nefsin sevgisidir. Sevginin aşırı haline aşk denir. Sevgi, hoş olana doğru meyil yani güzele eğilim olduğundan yukarıda söylendiği gibi nefse göre değişir. Yani insan neyi güzel bulursa onu sever. İnsanların çoğu, hevâ ve heveslerini yani nefislerinin kendilerine güzel gösterdiği şeyleri severler. Halbuki çocuk akıllanınca heveslerinden vazgeçer; ama insanların çoğu bencil heveslerinden vazgeçmezler. Sevginin alt çeşitlerine gelince, onlar, şu şekilde tasnif edilebilirler: Neslin devamı için evlenme şeklindeki sevgi, Anne ve babanın çocuklara sevgisi, Yöneticilerin yönetme sevgileri, Yöneticilerin dalkavukları sevmesi, Sanatkarın eserini sevmesi, Tüccarların kazanç sevgisi(hırs), Âlimin ilim sevgisi, İyilik sahiplerine sevgi, Aşıkların birbirlerine sevgileri, Fazilet sevgisi. Gerçek Sevgi Yukarıda sayılan üç nefisten sonuncusu olan insani nefsin ermiş olanlarının sevgisi, manevi güzelliklere doğrudur. Bu ermiş, olgunlaşmış, ahlak timsali, şeref ve kemal sahibi nefisler altın insanların nefisleridir ve doğruluğu, gerçeği, hakikati, adâleti, şefkati, merhameti, ilmi ve Yaratıcı’yı severler. Böyle bir sevgiye sahip olabilmek için idrakin bulunduğu seviyeden, yani bitkisel, hayvansal seviyeden gerçek anlamdaki insani mertebeye yükselmesi gerekir.İdrak yükselmezse, işin hakikatini kavrayamazsa kan ve etten bedenlere sevgi duyar, bunu sonsuzca ister. Beşeri sevgi, seven ile sevilenin varlığını ve birlikteliğini şart koşar. Bu ikilik, ilahi aşkta yoktur. Beşeri aşkta, seven ve sevilen, birbirinden ayrı olursa sevgi zayıflar. İlahi aşk, ancak ikiliğin kaybolmasıyla gerçekleşir. Hatta tasavvufi düşünce açısından değerlendirilirse benliğin yok edilmesiyle hakiki hüviyetine bürünür. O zaman, beşeri aşkla ilahi aşk arasında ortaya çıkan farklı bir hissi bağ vardır. Gerçek aşk tecrübesiyle bütünleşmiş kişi, yeteneklerinin sahibidir. Ama asla onlar tarafından teslim alınmış değildir. Bu yeteneklerden en son derecede yöneldiği varlığa ulaşmak için faydalanır. Yani heva ve hevesi ona yön vermez; o onları murakebe altında tutar. Saf aşkı yaşayan kişi, psikolojik yönden kamil bir zattır. O, varlığının bütünlüğünü ve derinliğini keşfeder. Akli, ruhi ve ahlaki anlamda tam bir insan varlığına sahiptir. Bu hal, gerçek manada “var olma” halidir. Bir başka ifade ile aşkın kişi üzerinde galibiyet kazanmasıdır. Böyle bir durumda kişi, eski değerlerini kaybeder, yeni ve gerçek değerleri kazanır. Kişi insani varlığından sıyrılmaz, fakat yaratılış düzenine göre insan olma hüviyetini elde eder. İster beşeri sevgi, isterse ilahi sevgi söz konusu olsun, kişinin sahip olduğu nefis niteliğine göre bir sevgi vücut bulur. Bundan dolayı nefislerin en olgun arzuları, tabiatına uygundur. Meselâ, insanî nefis, tefekkür zevkini ister, ilim ve marifetten lezzet alır. Bunlar, gafleti kaldırır, gözü açar, cehaleti yok eder, öfkeyi giderir. Hayatın başlangıcını ve sonunu bildirir. Yaratıcı’ya âşık eder. Şu bir gerçektir ki, seven Sevdiğine şevk duyar. Sevenle sevilenin birlikteliği sevgiyi artırır. Aksine, ayrı kalmak meyli azaltır. Ama Allah’ı sevenlerde bu hal olmaz. Pekâlâ! Allah içimize dünya nimetlerini sevdirmeyi koymuşsa nasıl davranacağız? Elbette dünya nimetleri sevilir. Ama onlara kul, köle olunmaz. Eşyaya sevgi, Allah’ı hatırlatmalıdır. Bilinmektedir ki, beşeri sevgide, sevilenin sureti yani kaşı, gözü, saçı sevilir; halbuki suret değişir. O zaman sevgi kaybolabilir. Öyle ise değişmeyen birini sevmek gerekir. Halk yani insanların pek çoğu, güzel bir yaratığa meyleder Bir şeye aşırı meyil ve istek göstermeye mâlihülya(melankoli) denilir. Ama seçilmişler, güzeli yaratana muhabbet duyarlar, O’na benzemeye ve tâbi olmaya çalışırlar. Bu yüzden âşık ve ma’şuk arasında uyuşma vardır. Olgun olmayan nefisler dünyaya yönelirler. Olgun(kâmil) nefisler âhireti ister ona göre davranırlar. Melekut âlemine yükselmeye can atarlar. Hikmet sahipleri, Hakîm olanı severler Tabiatta aşk nasıldır? Allah, kendi hikmeti ve güzel tedbiri sebebiyle her varlığı külli bir aşkla bulamıştır. Her varlık, kemâlatın feyzinden nâil olduğunu muhafazaya çalı-şır, eksikliğinden nefret eder. Varlıkta aşk, ayrılmaz biçimde vardır. Başka bir aşk yoktur. Her varlığın varlığı, doğal aşk ile gerçekleşir. Varlıkların varlığı, kendilerindeki aşk sebebiyledir. İyilik, kendisi için maşuktur. Aksi halde kimse iyiyi yapmaz. İyilik ancak iyiliğe aşıktır. Aşkın gerçeği, güzel ve uygun olanı arzulamaktır. Aşk, maşuktan ayrıldığında, arzulamanın, vuslatta bir olmanın temel ilke ve sebebidir. Müdebbiri Evvel)Allah), iyiliğin son noktasıdır. En son maşuk, Allah’tır. Aşıklığının en son noktası kendi zatıdır. Allah ilk iyiliktir. Kendine olan aşkı, en mükemmel aşktır. Allah’ın sıfatları, zatı ile ve zatının içinde olduklarından, aşk, zatı ilahinin ve varlığının kendisidir. Allah’a karşı olan sevginin sebebi, insanın O’nun nimetleriyle kuşatılmış olmasındandır. Diğer varlıklara karşı duyouğumuz sevgi onların varlıkları süresince devam eden geçici bir sevgidir ve bu anlamda mecazidir. Varlığı hiç kaybolmayana karşı olan sevgi ise hakiki sevgidir. Onun için şâir, “Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğimi sesten, Affet Senden habersiz aldığım her nefesten.” Der. Âşık, sevdiğinin her cefasına katlanır. Sonra şöyle seslenir: Hoştun bana Senden gelen, Ya gonca gül ya da diken, Ya hil’atu ya da kefen Narun da hoş nurun da hoş… Veyahut sevgisi sebebiyle gelen her şeyin güzel olduğunu terennüm eder: Güzel Allah ’ım, senden ne gelecekse gelsin ; Sen ki ; rahmetinle de , kahrınla da güzelsin ... " Aşk, hayatı kendi rengiyle boyar. Bu renk her şeyi güzel gösterir. Bu sebeple Fuzulî, Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni. Diye terennümde bulunur. Aşkın damgası, her şeyin Allah için yapılmasıdır. Aşksız hayat, anlamsızdır. Yunus bu anlamsızlığı şu mısralarıyla dile getirir “İşitin ey yârenler, aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter Nice yumuşak söylese sözü savaşa benzer.” Vesselam… Prof. Dr. Hayrani Altıntaş
Sevgi, duygusal bir bağdır. Kişinin içinden gelir. Doğuş yeri kalptir. Yaratılışın temelinde sevgi vardır. Yaratıcı, her varlık için bir sevgi koymuştur. Mesela, ıspanak suyu sever, erimiş demiri ve benzer maddeleri sever. Hayvan ve insan da ıspanağı sever. Her bedenin, kendini teşkil eden varlığa meyli yani sevgisi vardır.
Tabiidir ki, beşeri sevgiden söz edildiği zaman, zamanımızdaki psikolojik manevi havanın ortaya çıkardığı sahip olma aşkı, zevkin tevlit ettiği psikolojik ve fiziki aşk, tatma aşkı, kıskançlık ve şehevi bağlılık gibi durumlar hatıra gelir.
Buna karşılık, ilahi aşk söz konusu olduğu zaman, hatırlatılan durumlardan hiç biri söz konusu olmaksızın her şeyin bir değer kazandığı, her yerin güzelliklerinin fark edildiği çok geniş bir sevgi yelpazesi bahse konu olur.
Kim sevgisiz yaşayabilir? Hiçbir şeyi sevmeden yaşamak, hiçbir şeye sevgi duymamak mümkün müdür? Sevmemek söz konusu ise o varlığın, kendi varlığının devam etmesini inkâr etmesi ve kendi varlığından nefret etmesi söz konusudur. Seven için, varlık önemli, yokluk ise nefret edilen bir husustur. Bu sebepledir ki, insanlar, yaşamayı sever; ölümden nefret ederler.
Hayata iyi gözle bakanlar, yani aklını kullanan, varlık hakkında bilgili olan iyimserler için hayat güzeldir ve yaşanmaya değer. Bunun için Senaca adlı filozof, “Rabbim, beni, kör, topal yap, ama yaşat” demiştir.
Hayata kötü gözle bakanlar, varlık hakkında bilgi sahibi olmayan cahiller de hayattan nefret ederler. Ama yaşamaya da devam ederler. Hayatı sevmemelerinin sebebi, içinde bulundukları kötü durumdur. Schopenhauer, çok kötü bir durumda idi de, bu yüzden hayata kötümser bakıyordu.
İnsanın ilk sevdiği şey, kendi nefsi ve kendi özüdür. Kişi, varlığının devamını ister. Önce kendini, sonra çocuklarını ve ailesini sever. Bu çerçevede, üç türlü sevgiden söz edilir:
1- İnsanlarda doğuştan bulunan ve kendi cinsine yönelik sevgidir ki, çocuk sevgisi buna misal olarak verilebilir.
2- Kişinin iradesiyle ortaya çıkan bir sevgiler vardır. Bunlar,
İnsanın fazilete iştirak etmek yani âlemde mevcut olan erdemlere ortak olmak için duyduğu sevgidir. Yaratılışın kaynağını (mebde’) bilip Yaratıcı’ya ve yaratılmış olmaya karşı duyulan sevgi ile, yaratılışın sonunu (mead) düşünüp hayatı ve onu vereni sevme ve âlemde mutlu olmakla ilgili düşüncenin ortaya çıkardığı sevgidir.
Kişinin iradesiyle ortaya çıkan bir başka sevgi, menfaat için gelişen sevgidir. Kişi, kendi bencilliğine veya egoizmine uygun olan şeyleri sever.
Dünyadaki nimetlerden tat ve zevk almak için eşyaya karşı duyulan sevgi iradeyle doğan sevgilerdir.
3- Kişiler, çıkarlarına dayalı olarak sevgi üretirler. Per çok insanî münasebetler, bu çerçevede değerlendirilebilir. Meselâ, bir sanatçı, o anda, konserde hazır olan ama hiç tanımadığı kişilere “ Sizi seviyorum” der.
Felsefeciler, insanların üç türlü nefse sahip olduklarını ve nefisleri ve onların istekleri kadar sevginin var olduğunu söylerler.
Bazı insanlar, bitkinin sahip olduğu nefis özelliğine sahiptirler. Bu demektir ki, bitkiler beslenme, büyüme ve üreme özelliğine sahiptirler. Bitkiler, kendi tabiatlarına aşıktırlar. Sadece bu bitkisel özelliklere sahip olan kişiler, yemeyi, içmeyi, gezmeyi, tozmayı ve üremeyi severler. Sevgileri, kendilerine bunları veren nesnelere yöneliktir.
Bir kısım insanlar, yeme, içme, gezinme ve üreme yanında hayvanî nefsinin sahip olduğu öfke, kahır, hakimiyet ve benzeri hallere de malik bulunurlar. Bunlar, yer, içer, gezinir, aynı zaman da öfkelenir, kızar, yakıp yıkarlar. Her güç, aşkın yüklendiği işi yapar. Böyle bir aşk, gazaplandırır, intikam almayı ve ütün gemliyi telkin eder. Düşünceleri sadece yaşamak, yaşamak ve yaşamaktır. Her güç, aşkın yüklendiği işi yapar. Canlılarda şehvani güç, aşkı meydana getiren en önemli sebeptir. Üremeyi sağlayan aşk her canlıda ilahi bir veridir
Bazı insanlar da, yer, içer, beslenir, hareket eder ve ürerler. Ama bütün bunların yanında varlık hakkında tam bilgi sahibi olmak, hayatı onu verenin isteğine göre yaşamak, âlem ve Yaratıcı’sı hakkında bilgi sahibi(marifet) olmak ve bu bilgilere uygun olarak insan nefsinin ve ruhunun ihtiyacı olan erdemlere ve faziletlere karşı saygı ve sevgi duyarlar. Bunların sevgileri insani nefsin sevgisidir.
Sevginin aşırı haline aşk denir. Sevgi, hoş olana doğru meyil yani güzele eğilim olduğundan yukarıda söylendiği gibi nefse göre değişir. Yani insan neyi güzel bulursa onu sever. İnsanların çoğu, hevâ ve heveslerini yani nefislerinin kendilerine güzel gösterdiği şeyleri severler. Halbuki çocuk akıllanınca heveslerinden vazgeçer; ama insanların çoğu bencil heveslerinden vazgeçmezler.
Sevginin alt çeşitlerine gelince, onlar, şu şekilde tasnif edilebilirler:
Neslin devamı için evlenme şeklindeki sevgi,
Anne ve babanın çocuklara sevgisi,
Yöneticilerin yönetme sevgileri,
Yöneticilerin dalkavukları sevmesi,
Sanatkarın eserini sevmesi,
Tüccarların kazanç sevgisi(hırs),
Âlimin ilim sevgisi,
İyilik sahiplerine sevgi,
Aşıkların birbirlerine sevgileri,
Fazilet sevgisi.
Gerçek Sevgi
Yukarıda sayılan üç nefisten sonuncusu olan insani nefsin ermiş olanlarının sevgisi, manevi güzelliklere doğrudur. Bu ermiş, olgunlaşmış, ahlak timsali, şeref ve kemal sahibi nefisler altın insanların nefisleridir ve doğruluğu, gerçeği, hakikati, adâleti, şefkati, merhameti, ilmi ve Yaratıcı’yı severler.
Böyle bir sevgiye sahip olabilmek için idrakin bulunduğu seviyeden, yani bitkisel, hayvansal seviyeden gerçek anlamdaki insani mertebeye yükselmesi gerekir.İdrak yükselmezse, işin hakikatini kavrayamazsa kan ve etten bedenlere sevgi duyar, bunu sonsuzca ister.
Beşeri sevgi, seven ile sevilenin varlığını ve birlikteliğini şart koşar. Bu ikilik, ilahi aşkta yoktur. Beşeri aşkta, seven ve sevilen, birbirinden ayrı olursa sevgi zayıflar.
İlahi aşk, ancak ikiliğin kaybolmasıyla gerçekleşir. Hatta tasavvufi düşünce açısından değerlendirilirse benliğin yok edilmesiyle hakiki hüviyetine bürünür.
O zaman, beşeri aşkla ilahi aşk arasında ortaya çıkan farklı bir hissi bağ vardır. Gerçek aşk tecrübesiyle bütünleşmiş kişi, yeteneklerinin sahibidir. Ama asla onlar tarafından teslim alınmış değildir. Bu yeteneklerden en son derecede yöneldiği varlığa ulaşmak için faydalanır. Yani heva ve hevesi ona yön vermez; o onları murakebe altında tutar.
Saf aşkı yaşayan kişi, psikolojik yönden kamil bir zattır. O, varlığının bütünlüğünü ve derinliğini keşfeder. Akli, ruhi ve ahlaki anlamda tam bir insan varlığına sahiptir. Bu hal, gerçek manada “var olma” halidir. Bir başka ifade ile aşkın kişi üzerinde galibiyet kazanmasıdır.
Böyle bir durumda kişi, eski değerlerini kaybeder, yeni ve gerçek değerleri kazanır. Kişi insani varlığından sıyrılmaz, fakat yaratılış düzenine göre insan olma hüviyetini elde eder.
İster beşeri sevgi, isterse ilahi sevgi söz konusu olsun, kişinin sahip olduğu nefis niteliğine göre bir sevgi vücut bulur. Bundan dolayı nefislerin en olgun arzuları, tabiatına uygundur. Meselâ, insanî nefis, tefekkür zevkini ister, ilim ve marifetten lezzet alır. Bunlar, gafleti kaldırır, gözü açar, cehaleti yok eder, öfkeyi giderir. Hayatın başlangıcını ve sonunu bildirir. Yaratıcı’ya âşık eder.
Şu bir gerçektir ki, seven Sevdiğine şevk duyar. Sevenle sevilenin birlikteliği sevgiyi artırır. Aksine, ayrı kalmak meyli azaltır. Ama Allah’ı sevenlerde bu hal olmaz.
Pekâlâ! Allah içimize dünya nimetlerini sevdirmeyi koymuşsa nasıl davranacağız? Elbette dünya nimetleri sevilir. Ama onlara kul, köle olunmaz. Eşyaya sevgi, Allah’ı hatırlatmalıdır.
Bilinmektedir ki, beşeri sevgide, sevilenin sureti yani kaşı, gözü, saçı sevilir; halbuki suret değişir. O zaman sevgi kaybolabilir. Öyle ise değişmeyen birini sevmek gerekir.
Halk yani insanların pek çoğu, güzel bir yaratığa meyleder Bir şeye aşırı meyil ve istek göstermeye mâlihülya(melankoli) denilir.
Ama seçilmişler, güzeli yaratana muhabbet duyarlar, O’na benzemeye ve tâbi olmaya çalışırlar. Bu yüzden âşık ve ma’şuk arasında uyuşma vardır.
Olgun olmayan nefisler dünyaya yönelirler. Olgun(kâmil) nefisler âhireti ister ona göre davranırlar. Melekut âlemine yükselmeye can atarlar. Hikmet sahipleri, Hakîm olanı severler
Tabiatta aşk nasıldır? Allah, kendi hikmeti ve güzel tedbiri sebebiyle her varlığı külli bir aşkla bulamıştır. Her varlık, kemâlatın feyzinden nâil olduğunu muhafazaya çalı-şır, eksikliğinden nefret eder. Varlıkta aşk, ayrılmaz biçimde vardır. Başka bir aşk yoktur. Her varlığın varlığı, doğal aşk ile gerçekleşir. Varlıkların varlığı, kendilerindeki aşk sebebiyledir.
İyilik, kendisi için maşuktur. Aksi halde kimse iyiyi yapmaz. İyilik ancak iyiliğe aşıktır.
Aşkın gerçeği, güzel ve uygun olanı arzulamaktır. Aşk, maşuktan ayrıldığında, arzulamanın, vuslatta bir olmanın temel ilke ve sebebidir. Müdebbiri Evvel)Allah), iyiliğin son noktasıdır. En son maşuk, Allah’tır. Aşıklığının en son noktası kendi zatıdır.
Allah ilk iyiliktir. Kendine olan aşkı, en mükemmel aşktır. Allah’ın sıfatları, zatı ile ve zatının içinde olduklarından, aşk, zatı ilahinin ve varlığının kendisidir.
Allah’a karşı olan sevginin sebebi, insanın O’nun nimetleriyle kuşatılmış olmasındandır. Diğer varlıklara karşı duyouğumuz sevgi onların varlıkları süresince devam eden geçici bir sevgidir ve bu anlamda mecazidir. Varlığı hiç kaybolmayana karşı olan sevgi ise hakiki sevgidir. Onun için şâir,
“Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğimi sesten,
Affet Senden habersiz aldığım her nefesten.” Der. Âşık, sevdiğinin her cefasına katlanır. Sonra şöyle seslenir:
Veyahut sevgisi sebebiyle gelen her şeyin güzel olduğunu terennüm eder:
Aşk, hayatı kendi rengiyle boyar. Bu renk her şeyi güzel gösterir. Bu sebeple Fuzulî,
Diye terennümde bulunur. Aşkın damgası, her şeyin Allah için yapılmasıdır. Aşksız hayat, anlamsızdır. Yunus bu anlamsızlığı şu mısralarıyla dile getirir
Vesselam…
Prof. Dr. Hayrani Altıntaş
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 318505
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.