DEMOKRATİK DEĞİŞİM HAREKETİ (AKIL, BİLİM, HUKUK ve DEMOKRASİ) NEDEN "AKIL" DİYORUZ ? "İnsan; akılla yükselir, bilgiyle büyür ve her ikisiyle itibar görür" Kutadgu Bilig / Yusuf Has Hâcib Sadece biz, "akıl" demiyoruz... Beşeriyetin ortak aklı da "akıl" diyor. Antik Yunan filozoflarından, Orta Çağ bilginlerine, Yeni Çağ'dan günümüze; Batı'dan Doğu'ya, uzanan, geniş bir coğrafyada, "aklın önemini" vurgulayan, önceleyen eserler verilmiş, öğretiler geliştirilmiş. Aristo'dan Farâbî'ye, Sokrates'den İbni Sinâ'ya, Bruno'dan Ömer Hayyam'a, Galilei'den Harezmî'ye, Kant'dan Er Râzi'ye vb.gibi düşünürler; insanın en temel özelliğinin, "akıl sahibi" olması olduğunu savunmuşlardır. Örneğin; Türk-İslâm coğrafyasının önemli düşünürlerinden, hekim, kimyager ve filozof Er Râzi kitabında; "aklın, ilâhî armağan olduğunu, hayatı güzelleştirdiğini, kolaylaştırdığını, bilimleri oluşturduğunu, ilkel yönetimlerden kurtardığını dile getirerek, aklı rehber almamızı, biricik kurtuluşumuzun AKIL olduğunu" öğütler. "AKIL, KURTARICI VE YOL GÖSTERİCİ OLMASI YÖNÜNDEN, SANATIN VE BİLİMİN KAYNAĞIDIR" der. Batı'dan bir örnekte ise; "Aydınlanma Çağının" ilk kıvılcımlarını çakanlardan, Immanuel Kant, "Aklını kullanma cesaretini göster" dediği ve aydınlanmanın sloganı hâline geldiği bu unutulmaz sözüyle, yepyeni bir ÇAĞIN, BİLGİ ÇAĞININ, kilometre taşlarını döşemiştir. Görüldüğü üzere; uzak mesafelerde ve farklı çağlarda yaşamış olmalarına rağmen; her biri, insanlığın gelişmesine katkı sunmuş bu önemli ve değerli düşünürlerimiz, aklın öneminin ortak paydasında buluşmuşlardır. Ve aklın; düşünen, merak eden, soru soran, eleştiren sorgulayan özelliklerini kullanarak, felsefe, matematik, astronomi, tıp, kimya ve fizik gibi bilimlerin oluşmasına ve geliştirilmesine, önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sonuç itibâriyle; sorgulayıcı akıl, dış faktörlere bağlı kalmaksızın, insanın kendi başına, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıran bir mihenk taşıdır. "Aydınlanma; insanın kendi suçu ile (aklını kullanmadığı için) düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır" diyen Kant'a yürekten katılarak, diyorum ki : ERGİN OLABİLMEK İÇİN ; HİÇBİR VESAYET ALTINDA KALMAMAK, KANDIRILMAMAK VE KARARLARIMIZI ÖZGÜR İRADEMİZLE VEREBİLMEMİZ İÇİN, AYDINLANMA İÇİN, BİLGİ VE BİLİM ÜRETMEK İÇİN, AKLIMIZI KULLANMALIYIZ. NEDEN, "BİLİM" DİYORUZ ? Tarih boyunca; düşünen, merak eden, eleştiren, sorgulayan ve muhakeme yeteneği kazanmış olan akıllar; yönetim erklerinin ki bunlar kimi zaman krallar, hükümdarlar, kimi zaman da dinî temsilcilerin ( özellikle de katolik kilisesinin) yoğun baskı, tehdit, aforoz veya Engizisyon mahkemelerinin verdiği ölüm kararlarına rağmen, bilgi ve bilim üretmekten vazgeçmemiş, geri adım atmamış; dünyanın bugün sahip olduğu bilimsel ve teknolojik seviyeye getirmeyi başarmışlardır. Ancak, bu tesbit Batı için geçerli olup, bizim coğrafyamız için, aynı tesbitte bulunamıyoruz ne yazık ki... Zira; Batı bilim dünyası, yepyeni buluş, keşif ve icatlarla, muazzam gelişmelere imza atarken ; 8. ve 12. Yüzyıllarda Altın Çağını yaşamış Türk-İslâm Bilim Dünyası, 15.YY'dan itibaren, Batı'daki gelişmelerin çok gerisine düşmüştür. Meselâ; 12.yy.da Fahrettin Râzî, "Geometri öğrenmek müslümana farzdır" derken ; 17.yy.da yaşayan İmam Rabbanî " Geometrinin, ne dünya saadetine, ne ebedî kurtuluşa faydası yoktur" diyebiliyordu. Yine, bir başkası, "Astronomi ilminin sırlarına vâkıf olarak, istikbâli öğrenmeye çalışmanın, devlete uğursuzluk getireceği" gibi bir öngörüde bulunuyor ve Rasathane topa tutularak yerle bir ediliyor. Galata kulesinden, Üsküdar'a kadar, yaptığı kanatlarla uçmayı başaran, Hezarfen Ahmet Çelebi için, Sultan 4.Murat " Bu âdem pek havf edilecek bir âdemdir, her ne murâd ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değildir" diyerek, O'nu Cezayir'e sürgüne gönderir... Her yeniliği İslâma ve inanca aykırı gören, Ulema sınıfı ve onların etkisi altında kalan Sultanlar, "aklî" ilimleri yasaklamış; "naklî" ilimlerin kapısı sonuna kadar açılmıştır. Böylece, İbni Sina, Farâbî ve İbni Rüşd gibi akılcı âlimlerin aydınlattığı medeniyet çöküyor; "bilginin gereksiz, aklın yetersiz" olduğunu söyleyen, "nakilci" Gazâli zihniyeti, gâlip geliyordu. Batı; Rönesans ve Reform hareketleriyle, Orta Çağ karanlığından kurtulurken; Doğu, dinî taassup ve nakilci zihniyetle, Orta Çağ karanlığına dönüyordu... Bugün, gelinen noktada ise; hâlâ bu zihniyetin acı sonuçlarını, Türk- İslâm Âlemi'nin hâl-i pür melâlini, içimiz sızlayarak, görüyor ve yaşıyoruz... Aklın ve bilimin değil de, "naklin" hüküm sürdüğü, petrol zengini ülkeler, doğal kaynaklarını bile, kendi başlarına çıkaramaz ve işletemez durumdalar... Aklın ve bilimin hâkim olduğu Batı'nın, bilgisine ve teknolojisine muhtaçlar... İşte; bilimin ve bilim zihniyetinin önemi ve değeri, çok açık ve ibret alınacak biçimde, önem kazanıyor. "Bilim, toplumun itici gücünü, üretimini ve gelişmesini sağlar. Bilim, bize, hem bireysel hem de toplumsal anlamda, teknoloji yoluyla, yenilik ve değişim getirir. Bireysel olarak; belli ilkelere göre, dürüstlük, tarafsız bakmak, uzak görüşlü olmak gibi, ahlâklı ve erdemli insan olmanın özelliklerini ve dolayısıyla BİLİM ZİHNİYETİ kazandırır. "Gerçekliğin bilgisini amaç edinen bilim insanı; ideolojik kalıplardan, duygusal sevgi ve nefretlerden uzak, soğukkanlı ve duyarlı olur. Bilim zihniyeti ; zihin bağımsızlığını kazanmış olmayı, bireye ve toplumsal olaylara tarafsız bakmayı, bilimsel veriler eşliğinde yorum ve analiz yapmayı, karşıt fikre saygıyı ve anlayışı gerektirir." Bilim zihniyeti, kesinlikçi ve mutlakçı olamaz. Değişime ve yeniliğe açık, bir zihin yapısına sahip olmak gerektirir. Bilimsel zihniyet, sadece, bilim insanlarına atfedilmemelidir. Medenî toplumlarda görüldüğü üzere, her kademeden insanın, hayatının bir parçası olmalıdır. (Günlük olayları algılayış, güçlüklere karşı takınılan tavır, geleceği yönlendirme, eğitim vb. gibi hususlarda fayda getirmesi açısından.) O nedenle, bilim zihniyetini, her aklı başında insanın benimsemesi ve davranışlarına yansıtması icap eder." İşte; biz de bu nedenle, bilimi ve bilim zihniyetini benimsiyor ve daima BİLİM diyoruz... NEDEN "HUKUK" DİYORUZ ? Aklın ve bilimin ışığında, aydınlanmayı ve sosyal, siyasal ve ekonomik gelişimi sağlayan toplumlar, zamanla oluşan ihtiyaçlara ve değişen statülere göre ; bireylerin birbirleriyle, toplumla ve devletle olan ilişkilerini, temel hak ve özgürlükleri belirleyen ve düzenleyen kurallar geliştirmişler. Bu kurallar bütününe de HUKUK denilmiş. HUKUKUN AMACI 1.Toplumsal düzen ve barışı sağlamak 2.Toplumsal ihtiyaçları karşılamak 3.Toplumda eşitliği sağlamak 4.Adaleti sağlamak 5.Hukukî güvenliği sağlamak 6.İnsan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olmak. Günümüzde, çağdaş bir devlet olabilmenin başlıca koşulu, demokratik hukuk devleti olabilmektir. Hukuk Devleti olabilmenin koşulu da; Hukukun Üstünlüğünü ve Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını, sağlamaktır. Örneğin; hukukun üstün olduğu ülkelerde, emniyet güçleri; kafasına göre, kimseyi gözaltına alamaz. Tutukluluk ve hükümlülük ayrımları nettir ve kişi aylarca hüküm almadan, cezaevlerinde tutulamaz. Hukuk kuralları, herkese eşit uygulanır. Para, mevki ya da güç ayrımı olamaz. Hukuk önünde herkes eşittir. Hukuk Devleti ; tüm uygulama ve etkinliklerinde, eşitlik ilkesini gözetir. Kişilerin ; görüş, inanç, ırk, kimlik ve yaşam biçimlerine göre ayrım yapmaz. Devlet, vatandaşlarına karşı tamamen tarafsız olur. Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin ayrılmış olması, yani kuvvetler ayrılığı, bir HUKUK DEVLETİNİN olmazsa olmazıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, iktidar gücünün sınırlandırılması ve yürütmenin yargıya ve yasamaya müdahale etmemesi için, düşünülmüş koruyucu ve denetleyici bir mekanizmadır. Hukuk Devletinin, en önemli unsurlarından biri de; toplumda, yönetimin hukukla bağlı olduğu inancının yerleşmiş olmasıdır. Ne yazık ki, son yıllarda, ülkemizde; "yönetimin hukukla bağlı olduğu inancımızda" ve adâlete duyulan güven duygumuzda, derin bir sarsıntı oluşmuş durumda. Anayasa Prof.Kemal Gözler, bakın, bu konuda ne diyor; " Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla, tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüştü. İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan, Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine, O'nu tahkim eden bir unsur hâline geldi. Artık, hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor, siyasetin cenderesi altında bulunuyor." Türkiye'de uzun yıllardır, siyaset ve hukuk ilişkisi, Kemal GÖZLER Hoca'nın ifade ettiği gibi; bir hukuk devletinde aslâ yaşanmaması gereken düzeyde seyrediyor ne yazık ki... ORTAK HEDEFİMİZ VE YAPMAMIZ GEREKEN; Yargının bağımsızlığını sağlayarak, hukukun üstünlüğünü ; kuvvetler ayrılığını ve millî iradeyi güçlendirerek, demokrasiyi ve hukuku daima yaşatmak ve evrensel standartlara kavuşturmak olmalıdır. ONUN İÇİN ; HUKUK DİYORUZ VE ONUN İÇİN; HUKUKUN VAZGEÇİLMEZ BİR İLKE OLDUĞUNU SAVUNUYORUZ... "TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ, ANAYASAL TEMİNAT ALTINA ALMANIN YEGÂNE YOLU, HUKUK DEVLETİ OLMAKTAN GEÇER" NEDEN, "DEMOKRASİ" DİYORUZ ? Çünkü demokrasi ; insanlığın ortak aklı ve düşünce yoluyla, bilimsel gelişmelere paralel olarak keşfettiği, insan onuruna ve "fıtratına" en uygun yönetim biçimi ve evrensel bir değerdir. Yüzyıllar boyunca, teolojik ve monarşik yönetimlerin ; kendilerini "Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi" olarak sunduğu hükümranların zulmü ve gaddarlığı altında ezilen ve sömürülen toplumların; aydınlanmasıdır, başkaldırışıdır, uyanışıdır, isyanıdır, demokrasi... "EGEMENLİK, KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR" demektir... Millî iradenin egemen olduğu, eşitliğin, insan hak ve özgürlüklerinin esas alındığı, çoğulculuğun ve farklılığın gözetildiği, farklı kimlik ve aidiyetlere saygı duyulduğu, insanı merkeze alan, çağdaş bir sistemin adıdır, demokrasi. Demokrasi, kurum ve kurallardan oluşur. Bir devlete, demokratik devlet diyebilmemiz için; o devletin, hukuk devleti olması gerekir. Yani, hukukla; kurallar ve kurumlarla çerçevelenmiş, yetkilerin sınırlandırılmış, denge ve denetim mekanizmalarının işlevsellik kazanmış olması gerekir. Hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının kurumsal bir hüviyet kazanmış olması şarttır. Demokrasi kültürü ve terbiyesi, bir yaşam biçimi olarak ; ailelerden başlayarak, toplumun her kademesindeki bireylere, karar mekanizmalarında söz sahibi olması, özgürce kendilerini ifade edebilmesi, farklı kimlik ve inançlara saygı duyulması demek olduğunun, öğretilmesi ve benimsetilmesi gereklidir. Bilim gibi, hukuk gibi demokrasi de evrensel değerlerimizdendir. Bilim zihniyetinde olduğu gibi; tarafsız olmak, karşı görüşlere saygı duymak, ırk, dil, din, cins ve renk ayrımı yapmamak gibi kriterler, aynı zamanda demokrasi zihniyetinin de kriterleri arasında yer alır. Erol Güngör "Türk milletinin gelişmesi ve problemlerinin çözülmesi, ancak demokrasiyle olur" der. O HALDE; ORTAK HEDEFİMİZ, HEPİMİZİN BİRLİKTE YAŞAMAKTAN ONUR DUYACAĞI, HER TÜRLÜ YAŞAM HAKKININ KORUNDUĞU, DEMOKRASİDEN VE HUKUKTAN YANA, ORTAK BİR GELECEĞİ İNŞA ETMEK OLMALI. "SİVİL VE SİYASÎ YAPILARDA MEŞRUİYETİN TEMELİ, DEMOKRASİNİN TÜM KURUM VE KURALLARINA SAHİP ÇIKMAK VE SAVUNMAKTIR." Görüldüğü üzere, DDH olarak ; savunduğumuz "AKIL, BİLİM, HUKUK VE DEMOKRASİ" ilkeleri, hepsi birbiriyle bağlantılı ve hepsi insan odaklı. AKIL OLMADAN BİLİM OLMUYOR ; BİLİM OLMADAN HUKUK OLMUYOR; HUKUK OLMADAN DEMOKRASİ OLMUYOR... Amacımız; insanın mutluluğu... İnsanın farkındalığı... Ve en önemlisi de insanın, ZİHİNSEL VE DEMOKRATİK DEĞİŞİMİ... Sevgi ve saygılarımla. Reyhan DEMİREL
DEMOKRATİK DEĞİŞİM HAREKETİ (AKIL, BİLİM, HUKUK ve DEMOKRASİ)
NEDEN "AKIL" DİYORUZ ? "İnsan; akılla yükselir, bilgiyle büyür ve her ikisiyle itibar görür" Kutadgu Bilig / Yusuf Has Hâcib
Sadece biz, "akıl" demiyoruz... Beşeriyetin ortak aklı da "akıl" diyor.
Antik Yunan filozoflarından, Orta Çağ bilginlerine, Yeni Çağ'dan günümüze; Batı'dan Doğu'ya, uzanan, geniş bir coğrafyada, "aklın önemini" vurgulayan, önceleyen eserler verilmiş, öğretiler geliştirilmiş.
Aristo'dan Farâbî'ye, Sokrates'den İbni Sinâ'ya, Bruno'dan Ömer Hayyam'a, Galilei'den Harezmî'ye, Kant'dan Er Râzi'ye vb.gibi düşünürler; insanın en temel özelliğinin, "akıl sahibi" olması olduğunu savunmuşlardır.
Örneğin; Türk-İslâm coğrafyasının önemli düşünürlerinden, hekim, kimyager ve filozof Er Râzi kitabında; "aklın, ilâhî armağan olduğunu, hayatı güzelleştirdiğini, kolaylaştırdığını, bilimleri oluşturduğunu, ilkel yönetimlerden kurtardığını dile getirerek, aklı rehber almamızı, biricik kurtuluşumuzun AKIL olduğunu" öğütler.
"AKIL, KURTARICI VE YOL GÖSTERİCİ OLMASI YÖNÜNDEN, SANATIN VE BİLİMİN KAYNAĞIDIR" der.
Batı'dan bir örnekte ise; "Aydınlanma Çağının" ilk kıvılcımlarını çakanlardan, Immanuel Kant, "Aklını kullanma cesaretini göster" dediği ve aydınlanmanın sloganı hâline geldiği bu unutulmaz sözüyle, yepyeni bir ÇAĞIN, BİLGİ ÇAĞININ, kilometre taşlarını döşemiştir.
Görüldüğü üzere; uzak mesafelerde ve farklı çağlarda yaşamış olmalarına rağmen; her biri, insanlığın gelişmesine katkı sunmuş bu önemli ve değerli düşünürlerimiz, aklın öneminin ortak paydasında buluşmuşlardır.
Ve aklın; düşünen, merak eden, soru soran, eleştiren sorgulayan özelliklerini kullanarak, felsefe, matematik, astronomi, tıp, kimya ve fizik gibi bilimlerin oluşmasına ve geliştirilmesine, önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sonuç itibâriyle; sorgulayıcı akıl, dış faktörlere bağlı kalmaksızın, insanın kendi başına, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıran bir mihenk taşıdır.
"Aydınlanma; insanın kendi suçu ile (aklını kullanmadığı için) düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır" diyen Kant'a yürekten katılarak, diyorum ki : ERGİN OLABİLMEK İÇİN ; HİÇBİR VESAYET ALTINDA KALMAMAK, KANDIRILMAMAK VE KARARLARIMIZI ÖZGÜR İRADEMİZLE VEREBİLMEMİZ İÇİN, AYDINLANMA İÇİN, BİLGİ VE BİLİM ÜRETMEK İÇİN, AKLIMIZI KULLANMALIYIZ.
NEDEN, "BİLİM" DİYORUZ ?
Tarih boyunca; düşünen, merak eden, eleştiren, sorgulayan ve muhakeme yeteneği kazanmış olan akıllar; yönetim erklerinin ki bunlar kimi zaman krallar, hükümdarlar, kimi zaman da dinî temsilcilerin ( özellikle de katolik kilisesinin) yoğun baskı, tehdit, aforoz veya Engizisyon mahkemelerinin verdiği ölüm kararlarına rağmen, bilgi ve bilim üretmekten vazgeçmemiş, geri adım atmamış; dünyanın bugün sahip olduğu bilimsel ve teknolojik seviyeye getirmeyi başarmışlardır. Ancak, bu tesbit Batı için geçerli olup, bizim coğrafyamız için, aynı tesbitte bulunamıyoruz ne yazık ki...
Zira; Batı bilim dünyası, yepyeni buluş, keşif ve icatlarla, muazzam gelişmelere imza atarken ; 8. ve 12. Yüzyıllarda Altın Çağını yaşamış Türk-İslâm Bilim Dünyası, 15.YY'dan itibaren, Batı'daki gelişmelerin çok gerisine düşmüştür.
Meselâ; 12.yy.da Fahrettin Râzî, "Geometri öğrenmek müslümana farzdır" derken ; 17.yy.da yaşayan İmam Rabbanî " Geometrinin, ne dünya saadetine, ne ebedî kurtuluşa faydası yoktur" diyebiliyordu.
Yine, bir başkası, "Astronomi ilminin sırlarına vâkıf olarak, istikbâli öğrenmeye çalışmanın, devlete uğursuzluk getireceği" gibi bir öngörüde bulunuyor ve Rasathane topa tutularak yerle bir ediliyor.
Galata kulesinden, Üsküdar'a kadar, yaptığı kanatlarla uçmayı başaran, Hezarfen Ahmet Çelebi için, Sultan 4.Murat " Bu âdem pek havf edilecek bir âdemdir, her ne murâd ederse elinden gelür, böyle kimselerin bakaası caiz değildir" diyerek, O'nu Cezayir'e sürgüne gönderir...
Her yeniliği İslâma ve inanca aykırı gören, Ulema sınıfı ve onların etkisi altında kalan Sultanlar, "aklî" ilimleri yasaklamış; "naklî" ilimlerin kapısı sonuna kadar açılmıştır.
Böylece, İbni Sina, Farâbî ve İbni Rüşd gibi akılcı âlimlerin aydınlattığı medeniyet çöküyor; "bilginin gereksiz, aklın yetersiz" olduğunu söyleyen, "nakilci" Gazâli zihniyeti, gâlip geliyordu.
Batı; Rönesans ve Reform hareketleriyle, Orta Çağ karanlığından kurtulurken; Doğu, dinî taassup ve nakilci zihniyetle, Orta Çağ karanlığına dönüyordu... Bugün, gelinen noktada ise; hâlâ bu zihniyetin acı sonuçlarını, Türk- İslâm Âlemi'nin hâl-i pür melâlini, içimiz sızlayarak, görüyor ve yaşıyoruz...
Aklın ve bilimin değil de, "naklin" hüküm sürdüğü, petrol zengini ülkeler, doğal kaynaklarını bile, kendi başlarına çıkaramaz ve işletemez durumdalar...
Aklın ve bilimin hâkim olduğu Batı'nın, bilgisine ve teknolojisine muhtaçlar...
İşte; bilimin ve bilim zihniyetinin önemi ve değeri, çok açık ve ibret alınacak biçimde, önem kazanıyor. "Bilim, toplumun itici gücünü, üretimini ve gelişmesini sağlar. Bilim, bize, hem bireysel hem de toplumsal anlamda, teknoloji yoluyla, yenilik ve değişim getirir. Bireysel olarak; belli ilkelere göre, dürüstlük, tarafsız bakmak, uzak görüşlü olmak gibi, ahlâklı ve erdemli insan olmanın özelliklerini ve dolayısıyla BİLİM ZİHNİYETİ kazandırır.
"Gerçekliğin bilgisini amaç edinen bilim insanı; ideolojik kalıplardan, duygusal sevgi ve nefretlerden uzak, soğukkanlı ve duyarlı olur.
Bilim zihniyeti ; zihin bağımsızlığını kazanmış olmayı, bireye ve toplumsal olaylara tarafsız bakmayı, bilimsel veriler eşliğinde yorum ve analiz yapmayı, karşıt fikre saygıyı ve anlayışı gerektirir."
Bilim zihniyeti, kesinlikçi ve mutlakçı olamaz. Değişime ve yeniliğe açık, bir zihin yapısına sahip olmak gerektirir.
Bilimsel zihniyet, sadece, bilim insanlarına atfedilmemelidir. Medenî toplumlarda görüldüğü üzere, her kademeden insanın, hayatının bir parçası olmalıdır. (Günlük olayları algılayış, güçlüklere karşı takınılan tavır, geleceği yönlendirme, eğitim vb. gibi hususlarda fayda getirmesi açısından.) O nedenle, bilim zihniyetini, her aklı başında insanın benimsemesi ve davranışlarına yansıtması icap eder."
İşte; biz de bu nedenle, bilimi ve bilim zihniyetini benimsiyor ve daima BİLİM diyoruz...
NEDEN "HUKUK" DİYORUZ ?
Aklın ve bilimin ışığında, aydınlanmayı ve sosyal, siyasal ve ekonomik gelişimi sağlayan toplumlar, zamanla oluşan ihtiyaçlara ve değişen statülere göre ; bireylerin birbirleriyle, toplumla ve devletle olan ilişkilerini, temel hak ve özgürlükleri belirleyen ve düzenleyen kurallar geliştirmişler. Bu kurallar bütününe de HUKUK denilmiş.
HUKUKUN AMACI 1.Toplumsal düzen ve barışı sağlamak 2.Toplumsal ihtiyaçları karşılamak 3.Toplumda eşitliği sağlamak 4.Adaleti sağlamak 5.Hukukî güvenliği sağlamak 6.İnsan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olmak.
Günümüzde, çağdaş bir devlet olabilmenin başlıca koşulu, demokratik hukuk devleti olabilmektir. Hukuk Devleti olabilmenin koşulu da; Hukukun Üstünlüğünü ve Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını, sağlamaktır.
Örneğin; hukukun üstün olduğu ülkelerde, emniyet güçleri; kafasına göre, kimseyi gözaltına alamaz. Tutukluluk ve hükümlülük ayrımları nettir ve kişi aylarca hüküm almadan, cezaevlerinde tutulamaz. Hukuk kuralları, herkese eşit uygulanır. Para, mevki ya da güç ayrımı olamaz.
Hukuk önünde herkes eşittir. Hukuk Devleti ; tüm uygulama ve etkinliklerinde, eşitlik ilkesini gözetir. Kişilerin ; görüş, inanç, ırk, kimlik ve yaşam biçimlerine göre ayrım yapmaz. Devlet, vatandaşlarına karşı tamamen tarafsız olur. Yasama, Yürütme ve Yargı güçlerinin ayrılmış olması, yani kuvvetler ayrılığı, bir HUKUK DEVLETİNİN olmazsa olmazıdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, iktidar gücünün sınırlandırılması ve yürütmenin yargıya ve yasamaya müdahale etmemesi için, düşünülmüş koruyucu ve denetleyici bir mekanizmadır.
Hukuk Devletinin, en önemli unsurlarından biri de; toplumda, yönetimin hukukla bağlı olduğu inancının yerleşmiş olmasıdır.
Ne yazık ki, son yıllarda, ülkemizde; "yönetimin hukukla bağlı olduğu inancımızda" ve adâlete duyulan güven duygumuzda, derin bir sarsıntı oluşmuş durumda.
Anayasa Prof.Kemal Gözler, bakın, bu konuda ne diyor; " Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla, tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüştü. İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan, Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine, O'nu tahkim eden bir unsur hâline geldi. Artık, hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor, siyasetin cenderesi altında bulunuyor."
Türkiye'de uzun yıllardır, siyaset ve hukuk ilişkisi, Kemal GÖZLER Hoca'nın ifade ettiği gibi; bir hukuk devletinde aslâ yaşanmaması gereken düzeyde seyrediyor ne yazık ki...
ORTAK HEDEFİMİZ VE YAPMAMIZ GEREKEN;
Yargının bağımsızlığını sağlayarak, hukukun üstünlüğünü ; kuvvetler ayrılığını ve millî iradeyi güçlendirerek, demokrasiyi ve hukuku daima yaşatmak ve evrensel standartlara kavuşturmak olmalıdır.
ONUN İÇİN ; HUKUK DİYORUZ VE ONUN İÇİN; HUKUKUN VAZGEÇİLMEZ BİR İLKE OLDUĞUNU SAVUNUYORUZ...
"TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ, ANAYASAL TEMİNAT ALTINA ALMANIN YEGÂNE YOLU, HUKUK DEVLETİ OLMAKTAN GEÇER"
NEDEN, "DEMOKRASİ" DİYORUZ ?
Çünkü demokrasi ; insanlığın ortak aklı ve düşünce yoluyla, bilimsel gelişmelere paralel olarak keşfettiği, insan onuruna ve "fıtratına" en uygun yönetim biçimi ve evrensel bir değerdir.
Yüzyıllar boyunca, teolojik ve monarşik yönetimlerin ; kendilerini "Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi" olarak sunduğu hükümranların zulmü ve gaddarlığı altında ezilen ve sömürülen toplumların; aydınlanmasıdır, başkaldırışıdır, uyanışıdır, isyanıdır, demokrasi...
"EGEMENLİK, KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR" demektir...
Millî iradenin egemen olduğu, eşitliğin, insan hak ve özgürlüklerinin esas alındığı, çoğulculuğun ve farklılığın gözetildiği, farklı kimlik ve aidiyetlere saygı duyulduğu, insanı merkeze alan, çağdaş bir sistemin adıdır, demokrasi.
Demokrasi, kurum ve kurallardan oluşur. Bir devlete, demokratik devlet diyebilmemiz için; o devletin, hukuk devleti olması gerekir.
Yani, hukukla; kurallar ve kurumlarla çerçevelenmiş, yetkilerin sınırlandırılmış, denge ve denetim mekanizmalarının işlevsellik kazanmış olması gerekir.
Hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının kurumsal bir hüviyet kazanmış olması şarttır.
Demokrasi kültürü ve terbiyesi, bir yaşam biçimi olarak ; ailelerden başlayarak, toplumun her kademesindeki bireylere, karar mekanizmalarında söz sahibi olması, özgürce kendilerini ifade edebilmesi, farklı kimlik ve inançlara saygı duyulması demek olduğunun, öğretilmesi ve benimsetilmesi gereklidir.
Bilim gibi, hukuk gibi demokrasi de evrensel değerlerimizdendir.
Bilim zihniyetinde olduğu gibi; tarafsız olmak, karşı görüşlere saygı duymak, ırk, dil, din, cins ve renk ayrımı yapmamak gibi kriterler, aynı zamanda demokrasi zihniyetinin de kriterleri arasında yer alır.
Erol Güngör "Türk milletinin gelişmesi ve problemlerinin çözülmesi, ancak demokrasiyle olur" der.
O HALDE; ORTAK HEDEFİMİZ, HEPİMİZİN BİRLİKTE YAŞAMAKTAN ONUR DUYACAĞI, HER TÜRLÜ YAŞAM HAKKININ KORUNDUĞU, DEMOKRASİDEN VE HUKUKTAN YANA, ORTAK BİR GELECEĞİ İNŞA ETMEK OLMALI.
"SİVİL VE SİYASÎ YAPILARDA MEŞRUİYETİN TEMELİ, DEMOKRASİNİN TÜM KURUM VE KURALLARINA SAHİP ÇIKMAK VE SAVUNMAKTIR."
Görüldüğü üzere, DDH olarak ; savunduğumuz "AKIL, BİLİM, HUKUK VE DEMOKRASİ" ilkeleri, hepsi birbiriyle bağlantılı ve hepsi insan odaklı.
AKIL OLMADAN BİLİM OLMUYOR ; BİLİM OLMADAN HUKUK OLMUYOR; HUKUK OLMADAN DEMOKRASİ OLMUYOR...
Amacımız; insanın mutluluğu... İnsanın farkındalığı... Ve en önemlisi de insanın, ZİHİNSEL VE DEMOKRATİK DEĞİŞİMİ...
Sevgi ve saygılarımla.
Reyhan DEMİREL
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 961308
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.