En Son Haberler



Ayşe SUCU

bilgi@insanidegerler.org
  Özgeçmişi
  Tüm Yazıları

Hangi Dindarlık?!

Geçen haftaya, damgasını vuran “dindar gençlik “ kavramı oldu… Sayın Başbakanın sözlerinden hareketle tartışılan konu, din-devlet, din-laiklik ilişkisini tekrar gündeme taşıdı. Tabii olarak itiraz sesleri yükseldi.Bu konuları bir başka yazıda ele almak istiyorum. Fakat hemen itiraf etmeliyim ki, bir İmam Hatipli ve illa bir tanım gerekiyorsa kendini dindar tanımlayan biri olarak, zihnimde beliren ilk soru şu idi: İyi de hangi dindarlık?!

Hemen dindarlık çeşit çeşit midir denildiğini işitir gibiyim. Nerden bakıldığına bağlı? Bir takım kurallar bütünü yani vasıta diyebileceğimiz şekiller, ritüeller üzerinden “dindarlık” tanımlamaları yapılmaya kalkışılırsa, tam da tartışmaların odağına düşüveririz. Oradan kimsenin çıkması mümkün değildir. Bir çok şablonlarla karşı karşıya kalınıverir… Zaten sıkıntımız da bu değil mi?
Şimdi soruya tekrar cevap verelim: Aslında “gerçek dindarlık” tektir.  Çünkü hakikate yönelmek ve o yolda olmak, hangi form içinden olursa olsun, belli değerler üzere hareket etmeyi gerektirir ki, o değerlere itiraz edecek, dindar olsun ya da olmasın,  bir Allah’ın kulunun çıkacağına inanmıyorum. Bu değerleri sadece Müslümanlık değil, hangi dinin dindarı üzerinden düşünürseniz değişmeyecektir. Hristiyanı, Musevisi, Müslümanı ve hatta Budisti ve diğerleri… Peygamberimizin en üst noktayı işaret ederek,  “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözünü hatırlayalım.
Çünkü Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e kadar gönderilen kitapların, “temel üst değerler”dediğimiz bu ortak paydalarda buluştuklarını görürsünüz. Gerek dinlerin gerekse “hakikatle” uğraşan bütün öğretilerin, üst ve bütünleştirici “değerler dili” nasıl bir dindarlık sorusuna cevap verecek güçtedir. Kaldı ki, bu değerler, yukarda ifade ettiğim yüzlerce, binlerce din veya dindarlık algılarını ve hatta kendilerini dindar addetmeyen diğer insanları da kucaklayacak bir “üst dili/üst bakışı” ortaya koyacak niteliktedir.
Hemen Müslüman dindarlığı deyince akla geliveren namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin ya da belirlenmiş bazı kuralların, kişi ile Allah arasındaki ilişkiler olarak değerlendirileceği, ikinci ve üçüncü kişileri ilgilendirmediği ve bu noktada kimsenin zorlanamayacağı, zaten dinen de ortaya konulmuştur. “Dinde zorlama yoktur” ayeti bunu açıkça ortaya koyar.
Ancak, adalet ve hakkaniyet üzerinden bir insan şahsiyetini, (aslında bu insana ister dindar deyin ister demeyin fark etmez), oluşturmak ise amaç, işte tam da daha çok dinin dünyevi boyutuyla ilgili hususlarını içeren, sosyal ve toplumsal ilişkiler ağı noktasında dikkatlerimizi yönelteceğimiz, Kur’an’sal bir yaklaşımla “dosdoğru olmak olarak” da özetleyebileceğimiz,  bir ahlakı yaşayan insandır dindar. Tek başına “iman” kavramı dahi, bunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Mümin güvenen ve güvenilen insana denilir. Yani “elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyendir.” Şimdi herkes kendini Allah Resulünün bu sözüyle test etmelidir! Böyle bir dindarlığa kim itiraz edebilir?
Peki neden itiraz sesleri yükseldi?
Şablonlar ortaya koyup, tek tipleştirmeyi dindarlık olarak takdim edenler yok mu toplumda? Saçını böyle kapatacaksın, şöyle giyineceksin, sokakta böyle davranacaksın diyerek, kurumsal ya da şahsi, kendi bakışını dindarlık olarak dayatanlar az mı?  Bunu yapanların “hakk” ,“adalet” kavramlarını nasıl da al aşağı ettiklerini yaşamadık mı? Ya, adeta şekle-biçime putperestçe yaklaşan, kabalığı ve yobazlığı vecibe kılanlara ne diyelim!
Görevden alındığımda, tepkilerini istifa ederek gösteren Diyanet Vakfı Kadın Faaliyetleri Merkezindeki Yönetim Kurulu arkadaşlarım, makyajlı ve başları açık olması nedeniyle, “makyajlı şov” denilerek, hakaretamiz sözlerle, bunlar mı Diyanette görev yapanlar! diye aşağılanmadılar mı?
Ya da zaman zaman toplumda oruç tutmayanların,  kılık kıyafetleri yüzünden bazı kadınların ve erkeklerin başlarına gelenler hafızalarımızda kazılı değil mi? Bir başka açıdan da bakalım; menfaatperest, faydacı, kendinden başkasını düşünmeyen, faşist bir anlayış içinde yaşanan sözüm ona dindarlıklar az mı?
Elbette bütün dindarlar böyledir; bu anlayış içindeler anlamına gelmiyor söylediklerim. Ama laikliğin bu noktada ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Ayrıca şurası da bir hakikat ki, toplumda bu anlayışlardan hareketle dinden ve dindarlardan soğuyanların sayılarının hiç de az olmadığı kanaatindeyim!
“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller
İster fikritta ister pratikte düşünelim, tek tipleştirmek en başta Allah’ın yasalarına aykırıdır. Yüce Allah dileseydi, yeryüzü insanlığını inancı, dili, rengi, toplumu, algısı, yaşayışı aynı olarak yaratamaz mıydı? Kuşkusuz inanan insan buna “evet ” cevabını verecektir.
Tam tersine, İslam bizden, Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” istiyor.  Ancak bu özgürlükler içinde insan insanlığını fark edecektir çünkü… Kimsenin ve hiçbir ideolojinin boyunduruğuna girmeyecektir. Şahsiyet insanı olacaktır.  İnanıyorum ki, “üst temel değerleri” hayatına taşımış insanın saygınlığı, toplumun bütün kesimleri tarafından da görülecektir.
Peki burada devletin görevi ne olabilir? Sadece talep edilen hizmeti topluma sunmaktır… Bilgilendirmek, cehaletin önüne geçmektir.
Ayşe SUCU
 

 Okunma Sayısı : 2655

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız

Girilecek rakam : 949645

Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.