Nefret mi daha güçlüdür, sevgi mi? Bu sorunun doğru cevabı bu davranışları kimin kime yaptığında gizlidir. Nefretin de sevginin de etkisi görecelidir. Çünkü bu iki kavramın da gücüne inanıyorum. Kişi ya da toplum üzerinde hangisi uygulanırsa onun gücünü hissederiz ve etkisini yaşarız. Kişinin kişiye nefreti veya sevgisi sınırlı bir etki oluşturur. Ancak toplumun bir başka topluma veya toplumun yönetime ya da yönetimin topluma nefreti ve sevgisi daha kapsamlı bir etki ile bizi yüz yüze getirir. Ekonomik, sayısal, maddi veya manevi güçlü tarafta tezahür eden nefret karşıda daha ezici, sevgi ise daha rahatlatıcı etkiye yol açar. Şimdi hangisinin seçiminin eşref insana, daha çok yakışacağına bakalım. Nefrete karşı sevgiyi seçmek, en az yapabileceğimiz ve en çok zorlanacağımız tercih olabilir, ama hiç şüphesiz ki, bu en asil ve değerlisi olacaktır. Bizim için özel olan ve ayrı bir önemi olan insanları sevmek çok kolaydır. Bunun gibi bize nefretle davrananlardan nefret etmek de çok kolaydır. Ancak asıl asalet ve zorluk, sevmediğimiz hatta nefret ettiğimiz kişileri sevmeyi seçmektir. Şimdi kendimize soralım, bize haksızlık edenleri affetmeye hazır mıyız? Onlar bizden yardım isterlerse onlara yardım edebilir miyiz? Çoğumuzun muhtemelen bu soruya kocaman bir "HAYIR " cevabı vereceğini öngörüyorum. Bizi sevmeyen insanlara karşı onları sevmemek, dahası nefret eden insanlara karşı nefret etmek; normal kabul edilebilecek ve beklenen bir tepki sayılabilir. Ancak unutmayalım ki; o sevgisizliğin ve nefretin gidiş ve geri dönüşü her defasında daha da büyüyecektir. Kin ve nefret, insan ruhunun en derin yaralarındandır; gerçek cesaret ve asalet ise barışı istemek ve sevgiyi savunmaktır. Biz genellikle bir şeye fazlasıyla karşılık veren bir yapıda toplumuz. O halde basit bir mantıkla baktığımızda nefret ve sevgiden hangisi diğerinden fazlaysa toplumun ağırlık merkezi de o tarafa kayacaktır. Hatta dilemem ama nefret daha fazlaysa, toplum başkalarına zarar veren veya birbirini geren kinci insanlarla dolup taşacaktır. Bu nedenle ülkemizi daha iyi bir yer haline getirmek ve toplumumuzu da daha kaliteli bir toplum seviyesine çıkarmak istiyorsak, her seferinde nefret yerine sevgiyi seçmeyi öğrenmeli ve zor da olsa başarmalıyız. Nefrete karşı sevgiyi seçmede güçlü tarafın ilk adımı atması durumunda barışın tesisi daha da kolaylaşacaktır. Bu aynı zamanda samimiyetin şüphe götürmez bir tescili olacaktır. Hiçbir şeyin tek taraflı ve zorla olamayacağı da unutulmamalıdır. Bu durumda karşı tarafın da olumlu cevap vermesi bu işi kolaylaştıracaktır. Yukarıda da söylendiği gibi asıl zorluk, nefret ettiğimiz kişilere karşı sevgiyi seçebilmekte düğümlenmektedir. Sevgiyi nefrete tercih etmek, sevmediğiniz birine iyi davranmaktan daha fazlası anlamına gelir. Birisi size kaba davrandığında onunla cebelleşmek yerine dilinizi tutmak anlamına gelir. Sevgiyi seçmek, kalbinizdeki tüm nefreti, kaygıyı ve kırgınlığı bir kenara bırakmak anlamına gelir. Bizi nefret uçurumuna sürükleyecek tüm olumsuz duygulardan kendimizi korumak ve arındırmak anlamına gelir. Tıpkı devrilmek üzere olan bir arabanın mucizevi bir şekilde devrilmekten kurtulduğu gibi bitecek olan bir ilişkinin devamına bir şans vermek anlamına gelir. Aslında çok zor bir kararı vermektir nefrete karşı sevgiyi seçmek. Kalemi kırmaktan vazgeçmektir. Dostluğun ömrünü uzatmaktır. Derin bir nefes almak ve dostluğa yeniden bir şans vermektir... İnsan olarak hepimiz zaman zaman bu ikileme düşebiliyoruz. Öfkelendiğimiz bir konunun psikolojik tepkisini alakasız bir kişiye yansıtabiliyoruz. Kendi bilgimizi en doğru en sağlıklı bilgi kabul edip başkasını dikkate almayabiliyoruz. Bazen kastımız o olmasa bile, benimizi o kadar bariz öne çıkarıyoruz ki, bu başkasını yok saymaya kadar gidebiliyor. Bütün bunları yaparken dinlemenin faziletini, susmanın hikmetini ve sabrın gerekliliğini unutuyoruz. Yüce Rabbimiz kendisine isyan eden ve varlığını inkar edenlere bile hemen ceza kesmiyor, ömür boyu mühlet veriyor. Ahirette de onları hesaba çekeceğini söylüyor. O halde sabrımızı daha efektif kullanmamız toplumda bir çok yeni yaranın açılmasına engel olurken var olanların da azalmasına katkı sağlayacaktır. Sözümüzü filtreden geçirmediğimiz, daha dikkatli konuşmadığımız takdirde, onları düzeltmek için daha çok efor harcayacağımızı unutmamak gerekiyor. O halde tepkilerimizde sabırlı davranmak herkes için hayatının vazgeçilmez bir parçası olmalıdır. Sağlıklı, samimi ve bitmeyen, hayatımızın sonuna kadar devam eden dostluklar diliyorum sevgili canlar. Dostça kalınız… Prof. Dr. Abdulkadir GÜLLÜ İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı agullu38@gmail.com
Nefret mi daha güçlüdür, sevgi mi?
Bu sorunun doğru cevabı bu davranışları kimin kime yaptığında gizlidir. Nefretin de sevginin de etkisi görecelidir. Çünkü bu iki kavramın da gücüne inanıyorum. Kişi ya da toplum üzerinde hangisi uygulanırsa onun gücünü hissederiz ve etkisini yaşarız. Kişinin kişiye nefreti veya sevgisi sınırlı bir etki oluşturur. Ancak toplumun bir başka topluma veya toplumun yönetime ya da yönetimin topluma nefreti ve sevgisi daha kapsamlı bir etki ile bizi yüz yüze getirir. Ekonomik, sayısal, maddi veya manevi güçlü tarafta tezahür eden nefret karşıda daha ezici, sevgi ise daha rahatlatıcı etkiye yol açar.
Şimdi hangisinin seçiminin eşref insana, daha çok yakışacağına bakalım. Nefrete karşı sevgiyi seçmek, en az yapabileceğimiz ve en çok zorlanacağımız tercih olabilir, ama hiç şüphesiz ki, bu en asil ve değerlisi olacaktır.
Bizim için özel olan ve ayrı bir önemi olan insanları sevmek çok kolaydır. Bunun gibi bize nefretle davrananlardan nefret etmek de çok kolaydır. Ancak asıl asalet ve zorluk, sevmediğimiz hatta nefret ettiğimiz kişileri sevmeyi seçmektir.
Şimdi kendimize soralım, bize haksızlık edenleri affetmeye hazır mıyız? Onlar bizden yardım isterlerse onlara yardım edebilir miyiz? Çoğumuzun muhtemelen bu soruya kocaman bir "HAYIR " cevabı vereceğini öngörüyorum.
Bizi sevmeyen insanlara karşı onları sevmemek, dahası nefret eden insanlara karşı nefret etmek; normal kabul edilebilecek ve beklenen bir tepki sayılabilir. Ancak unutmayalım ki; o sevgisizliğin ve nefretin gidiş ve geri dönüşü her defasında daha da büyüyecektir.
Kin ve nefret, insan ruhunun en derin yaralarındandır; gerçek cesaret ve asalet ise barışı istemek ve sevgiyi savunmaktır.
Biz genellikle bir şeye fazlasıyla karşılık veren bir yapıda toplumuz. O halde basit bir mantıkla baktığımızda nefret ve sevgiden hangisi diğerinden fazlaysa toplumun ağırlık merkezi de o tarafa kayacaktır. Hatta dilemem ama nefret daha fazlaysa, toplum başkalarına zarar veren veya birbirini geren kinci insanlarla dolup taşacaktır.
Bu nedenle ülkemizi daha iyi bir yer haline getirmek ve toplumumuzu da daha kaliteli bir toplum seviyesine çıkarmak istiyorsak, her seferinde nefret yerine sevgiyi seçmeyi öğrenmeli ve zor da olsa başarmalıyız.
Nefrete karşı sevgiyi seçmede güçlü tarafın ilk adımı atması durumunda barışın tesisi daha da kolaylaşacaktır. Bu aynı zamanda samimiyetin şüphe götürmez bir tescili olacaktır. Hiçbir şeyin tek taraflı ve zorla olamayacağı da unutulmamalıdır. Bu durumda karşı tarafın da olumlu cevap vermesi bu işi kolaylaştıracaktır.
Yukarıda da söylendiği gibi asıl zorluk, nefret ettiğimiz kişilere karşı sevgiyi seçebilmekte düğümlenmektedir.
Sevgiyi nefrete tercih etmek, sevmediğiniz birine iyi davranmaktan daha fazlası anlamına gelir. Birisi size kaba davrandığında onunla cebelleşmek yerine dilinizi tutmak anlamına gelir. Sevgiyi seçmek, kalbinizdeki tüm nefreti, kaygıyı ve kırgınlığı bir kenara bırakmak anlamına gelir. Bizi nefret uçurumuna sürükleyecek tüm olumsuz duygulardan kendimizi korumak ve arındırmak anlamına gelir. Tıpkı devrilmek üzere olan bir arabanın mucizevi bir şekilde devrilmekten kurtulduğu gibi bitecek olan bir ilişkinin devamına bir şans vermek anlamına gelir. Aslında çok zor bir kararı vermektir nefrete karşı sevgiyi seçmek. Kalemi kırmaktan vazgeçmektir. Dostluğun ömrünü uzatmaktır. Derin bir nefes almak ve dostluğa yeniden bir şans vermektir...
İnsan olarak hepimiz zaman zaman bu ikileme düşebiliyoruz. Öfkelendiğimiz bir konunun psikolojik tepkisini alakasız bir kişiye yansıtabiliyoruz. Kendi bilgimizi en doğru en sağlıklı bilgi kabul edip başkasını dikkate almayabiliyoruz. Bazen kastımız o olmasa bile, benimizi o kadar bariz öne çıkarıyoruz ki, bu başkasını yok saymaya kadar gidebiliyor. Bütün bunları yaparken dinlemenin faziletini, susmanın hikmetini ve sabrın gerekliliğini unutuyoruz.
Yüce Rabbimiz kendisine isyan eden ve varlığını inkar edenlere bile hemen ceza kesmiyor, ömür boyu mühlet veriyor. Ahirette de onları hesaba çekeceğini söylüyor. O halde sabrımızı daha efektif kullanmamız toplumda bir çok yeni yaranın açılmasına engel olurken var olanların da azalmasına katkı sağlayacaktır. Sözümüzü filtreden geçirmediğimiz, daha dikkatli konuşmadığımız takdirde, onları düzeltmek için daha çok efor harcayacağımızı unutmamak gerekiyor. O halde tepkilerimizde sabırlı davranmak herkes için hayatının vazgeçilmez bir parçası olmalıdır. Sağlıklı, samimi ve bitmeyen, hayatımızın sonuna kadar devam eden dostluklar diliyorum sevgili canlar. Dostça kalınız…
Prof. Dr. Abdulkadir GÜLLÜ İnsani Değerler Derneği Genel Başkanı
agullu38@gmail.com
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 801700
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.