“Toplum mühendisliği” adı altında toplumlar aldatılmakta sürü haline getirilmekte, sömürülmekte, parçalanıp yok edilmektedir. İşte toplumu aldatanların bu hileli oyunlarına karşı gözümüzü ve aklımızı doğru kullanmamız gerek. Aldanmaya karşı birkaç durum tespitini dikkatlerinize sunuyorum. 1-Rivayet edilir ki Hz. Ömer hep belli Kuran ayetlerini okuduğu için bir kişiyi imamlık yapmaktan menetmiştir. Çünkü o imam okuduğu ayetlerde Müslümanları eleştiren, onlara kızan ayetlere özellikle yer vermekte böylelikle sabah akşam Allah’ı azarlatmaktadır. Kirli amaçlar doğru araçlarla meşrulaştırılabilir. Bir yandan sürekli kavgayı körüklerken diğer yanda kardeşlik türküleri söylenebilir. Bu tür durumlarda varılmak istenen hedefler ve sonuçlarla yapılanın doğru olup olmadığının matematik diliyle sağlamasının yapılması gerekir. 2-Menfaat duygusu aldanmamızı kolaylaştırır. Gerçeği çoğu zaman biliriz ama yinede yanılırız. Çünkü böylesi daha kolay ve kârlıdır. Kişilerin menfaat kaynaklarını dikkate alarak söylediklerini değerlendirmek gerekir. Bir hikâye anlatılır. Bir padişahın çocuğu kaybolur. Köylünün biri bulur. Ancak tellallar ödül verileceğini duyurunca ödül miktarı artsın diye çocuğu daha uzun bir süre alıkoyar. Sonra aramalar kesilince köylü telaşla koşar, “çocuk bende” der. Padişah aldırmaz. “O başkasının ekmeğini yemeye başladı ve ona alıştı. Ondan daha hayır gelmez” der. “Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını çalar” diye bir atasözümüz vardır. Kişilerin sözlerine bakarken kimden yemlendiklerine de bakmak gerekir. 3-Mağdurun yanında olmak milletimizin özelliğidir. Milletin bu özelliği dikkate alınarak mizansen mağduriyetlerle toplum yanlışın yanında yer alabilir. Önemli olan mağdur olup olmama değil, haklı olup olmama ve doğrudan yana olup olmamadır. Ömer Seyfettin’in “Rüşvet “başlıklı hikâyesinde haksız olan davacı, hâkime rüşvet olarak koç vermeyi düşünür. Arkadaşı “Sakın ha, hâkim çok dürüsttür, kim rüşvet teklif ederse haksız çıkar” der. Davacı daha sonra arkadaşıyla karşılaştığında koç göndererek davayı kazandığını söyler. Arkadaşı “nasıl oldu bu iş” deyince. “Hasmım, muhtar Huysuzoğlu'nun ismiyle verdim”der. Eğer bir şeylere kayıtsız şartsız karşı olursanız ya da yanında olursanız bu özelliğinizi kullanarak sizi yanlışa düşürebilirler. Bir haksızlığın tarafı haline gelebilirsiniz. 4-Egemenler ile ona bağlı medya propaganda ve telkin yöntemleriyle toplumun beynini narkozlayıp istediği fikri aşılayabilmektedir. Bunu yaparken ünlü kişilerin de öyle düşündüğünü yayarak, o kişilerin toplumdaki imajları üzerinden destek alınır. Bir zamanlar İngiltere’de bir deney yapılır. Büyük medya kuruluşlarıyla desteklenen ”Çağdaş Sessiz Piyano Konseri” verileceği duyurusu yapılır. Gazete yazarları “Çağdaş Sessiz Piyano Konseri”ne sanatın zirvesi olarak köşe yazılarında yer verirler. Biletler haftalar önce biter. Çok büyük bir salonda verilen konser başlar. Müzisyen hiç ses vermeyen piyanonun tuşlarına iki saat boyunca basar. İki saatin sonunda kalkar halkı selamlar. Büyük bir tezahürat ve alkış alır. Konserdeki kimse yanına dönüp “böyle saçma şey olamaz” deme cesaretini gösteremez. Ertesi gün televizyon programına konuk olarak çıkan Çağdaş Sesiz Piyano konserini veren kişi “Ben insanlardaki aptallığın sınırını ölçmek istemiştim. Meğerse bunun sınırı yok imiş." 5-Medya bazen bir durumu öne çıkarırken bilinmemesi gereken birçok durumun da üstünü örter. 1999 depreminde Türkiye’ye gelen Amerikan Başkanı Bill Clinton kucağına aldığı ”Erkan bebek” fotoğrafı tüm dünya basınında yer almış, O fotoğrafla şefkatin merhametin sevginin bir sembolüymüş gibi bir imaj pazarlanmıştır. Zaman zaman Türk siyasetinde de olur. Örneğin devletin başında bulunanlara bir tören esnasında birileri ulaşmaya çalışır.Korumalar engeller. Lider izin verir. Kişi işsiz olduğunu ve iş aradığını söyler. O kişiye basın huzurunda iş temin edilir tüm basında yer alır. Oysa binlerce işsiz perişan vardır.Ama bir kişiye verilen işle tüm işsizlerin sorunu çözülmüş gibi sunulur. Bir fıkra anlatılır. Stalin fabrika işçilerine bir konuşma yapar: 'Sovyetler Birliği'nde bizim için en değerli şey insan hayatıdır.' Bu sırada salondan birinin öksürük sesi gelir. 'Kim öksürdü' diye sorar Stalin. Ses yok. 'Pekala o zaman NKVD'yi çağırın.' Stalin'in polis teşkilatı NKVD ellerinde yarı otomatik silahlarla girer ve fabrikadaki işçileri taramaya başlar. En sonunda fabrikada 7 kişi kalır. 'Kim öksürdü?' diye bir kez daha sorar Stalin. Bir adam elini kaldırır. 'Feci şekilde grip olmuşsunuz. Çok geçmiş olsun. Hemen arabamı alın ve bir hastaneye gidin' der, Stalin. Ertesi gün gazetelerde Stalin’in işçiye gösterdiği merhamet, manşet yapılır. 6-Toplumu yönlendirmek için fıkralar üretilir, bu fıkralar köşe yazarlarıyla yaygınlaştırılır. İstihbarat örgütleri çoğu zaman toplumu bir takım eylemlere hazırlamak ve psikolojik alt yapı oluşturmak için özel olarak üretilmiş fıkraları piyasaya sürerler. Edward Hall :“İnsanlar gülüp fıkralar anlatır ve eğer bir halkın mizahını öğrenir ve onu gerçekten kontrol edebilirseniz, hemen her şeyin kontrolünü ele geçirdiğinizi anlarsınız” der. Türklerle ilgili fıkralar baktığınızda bir çoğunun masum olmadığını anlarsınız. Örneğin bir cehennem fıkrası vardır. Cehennemde her millete ait kaynayan kazanlar var ve başında zebaniler var. Kişiler kaynayan kazandan çıktıkça zebani tokmağı ile vuruyor. Türkiye kazanının başında zebani yok. İlgili meleğe “niye böyle” diye sorulduğunda “Çünkü Türkiye’de herkes birbirinin ayağından çeker onun için gerek görmedik” diyor. Bu fıkra ile birbirinin ayağına çelme takan birbiriyle uyuşmayan bir toplum olduğumuz bilinçaltına kazınır. Biz bilmeden kendi aleyhimizdeki bir propagandanın yayıcısı oluruz. 7-Medya gerçeğin bir bölümünü alıp gerçeğin bütününe aykırı bir şekilde bize lanse edebilir. Bektaşi’ye sormuşlar niçin namaz kılmıyorsun, o da” Kur’anda namaza yaklaşmayın yazıyor” Ama demişler “Kur’anda namaza yaklaşmayın sarhoş iken” diye yazıyor deyince “ Ben hafız değilim” demiş (4/NİS suresi -43. ayet: Ey iman edenler, sizler sarhoş ve zihinsel uyuşukluk halindeyken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de, yolları mescitten geçenler hariç, gusledinceye kadar namaza, mescide yaklaşmayın) 2. Dünya savaşı sonrasında Amerika’yı ziyarete giden papa uçaktan inince gazete muhabirinin biri mikrofonu uzatmış “Efendim genelevine de uğrayacak mısınız?” demiş. Papa, bir an şaşırıp “Burada genelevi var mı” diye sormuş. Ertesi gün gazetede manşet: “Papanın uçaktan iner inmez ilk sözü burada genelevi var mı?” Gazete haberlerinin doğruluğunu meçhul bir varsayım olarak ihtiyatla değerlendirmek gerekir. Aksi takdirde yanlış bir veri üzerinden oluşturduğumuz bütün bilgi ve fikirler yanlış olur. 8-Bir gerçeğin üstü ilgisiz başka bir gerçekle kapatılarak kişiler aldatılabilir. Bill Clinton’a ilk başkanlık kampanyası süresinde, uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı sorulmuş, Clinton kendi eyaletinin ve ülkesinin uyuşturucuyu yasaklayan hiçbir yasasını ihlal etmediği cevabını vermişti. Clintonun verdiği cevap doğruydu, kendi eyaleti ve ülkesinin yasasını ihlal ederek uyuşturucu kullanmamış ancak İngiltere’deki Oxford Üniversitesinde öğrenciyken maruhana denemiş olduğunu konunun önemi geçtikten sonraki bir zaman diliminde açıklamıştı. Bizim siyasilerin açıklamalarında da buna sık rastlarız. Gazeteci sorar.“Teröre destek veriyor musunuz?” Karşı cevap: “Bizim teröre destek verip vermememizin bir önemi yok, adaletsizliğe karşı başkaldırı herkesin hakkıdır.” Bir gerçeklik ilgisiz başka bir gerçeklikle örtülerek bizi yanıltırlar, dikkat etmemiz gerek. 9-Toplum falcıların, astrologların, müneccimlerin beyanlarıyla yönlendirilir. Geleceği bilemeyiz ama gelecek hep ilgimizi çeker ve merak ederiz. İnsanlar umut ettiği ve gerçekleşmesinden korktuğu şeylere çabuk inanır. İnsanın bu özelliğine dayanarak kendine müneccim (yıldızlara bakarak geleceği haber veren) günümüz deyimiyle astrologlar toplumu yönlendirici kehanetlerde bulunur. Burçlar kadim zamanlarda Mısır’daki bir anlayışa dayanıyor. O dönemde Mısırlılar Yıldızların Tanrı olduğuna inanıyor. Yıldızlar Tanrı olduğuna göre insanın karakterini ve geleceğini bilir diye düşünüyorlar. "Ama" diyorlar “Biz Tanrıların bunu bildiğini nasıl bileceğiz.” Sonra “Biz de onların hareketlerinden çıkarırız” diyerek yıldızların hareketlerinden 12 burcu çıkarıyorlar. Kadim inanışa bir hurafeye dayanan bu günümüzde bilimsel bir veri gibi kullanılarak insanlar yanıltılmaktadır. (NASA: Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi. Hubble isimli teleskobuyla uzayın derinliklerini incelemeye çalışan bilim insanları astrolojiyle ilgileniyor mu? Hayır. Çünkü Astrolojinin uzay bilimiyle bir ilgisi yok.) Hücurat suresi 18. ayette “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.” Bizi bu konuda aydınlatır. Gelecekten haber veren şarlatanların sözlerine karşı bizi uyarır. Daha nice aldanmaya karşı uyanık kalacağımız hususlar vardır. Vurgulamaya çalıştığım şey aklımızı kullanmak ve hilecilere karşı uyanık durmaktır. Av. Durdu GÜNEŞ
“Toplum mühendisliği” adı altında toplumlar aldatılmakta sürü haline getirilmekte, sömürülmekte, parçalanıp yok edilmektedir.
İşte toplumu aldatanların bu hileli oyunlarına karşı gözümüzü ve aklımızı doğru kullanmamız gerek.
Aldanmaya karşı birkaç durum tespitini dikkatlerinize sunuyorum.
1-Rivayet edilir ki Hz. Ömer hep belli Kuran ayetlerini okuduğu için bir kişiyi imamlık yapmaktan menetmiştir. Çünkü o imam okuduğu ayetlerde Müslümanları eleştiren, onlara kızan ayetlere özellikle yer vermekte böylelikle sabah akşam Allah’ı azarlatmaktadır. Kirli amaçlar doğru araçlarla meşrulaştırılabilir. Bir yandan sürekli kavgayı körüklerken diğer yanda kardeşlik türküleri söylenebilir.
Bu tür durumlarda varılmak istenen hedefler ve sonuçlarla yapılanın doğru olup olmadığının matematik diliyle sağlamasının yapılması gerekir.
2-Menfaat duygusu aldanmamızı kolaylaştırır. Gerçeği çoğu zaman biliriz ama yinede yanılırız. Çünkü böylesi daha kolay ve kârlıdır. Kişilerin menfaat kaynaklarını dikkate alarak söylediklerini değerlendirmek gerekir.
Bir hikâye anlatılır.
Bir padişahın çocuğu kaybolur. Köylünün biri bulur. Ancak tellallar ödül verileceğini duyurunca ödül miktarı artsın diye çocuğu daha uzun bir süre alıkoyar. Sonra aramalar kesilince köylü telaşla koşar, “çocuk bende” der. Padişah aldırmaz. “O başkasının ekmeğini yemeye başladı ve ona alıştı. Ondan daha hayır gelmez” der.
“Gâvurun ekmeğini yiyen gâvurun kılıcını çalar” diye bir atasözümüz vardır. Kişilerin sözlerine bakarken kimden yemlendiklerine de bakmak gerekir.
3-Mağdurun yanında olmak milletimizin özelliğidir. Milletin bu özelliği dikkate alınarak mizansen mağduriyetlerle toplum yanlışın yanında yer alabilir. Önemli olan mağdur olup olmama değil, haklı olup olmama ve doğrudan yana olup olmamadır.
Ömer Seyfettin’in “Rüşvet “başlıklı hikâyesinde haksız olan davacı, hâkime rüşvet olarak koç vermeyi düşünür. Arkadaşı “Sakın ha, hâkim çok dürüsttür, kim rüşvet teklif ederse haksız çıkar” der.
Davacı daha sonra arkadaşıyla karşılaştığında koç göndererek davayı kazandığını söyler. Arkadaşı “nasıl oldu bu iş” deyince. “Hasmım, muhtar Huysuzoğlu'nun ismiyle verdim”der.
Eğer bir şeylere kayıtsız şartsız karşı olursanız ya da yanında olursanız bu özelliğinizi kullanarak sizi yanlışa düşürebilirler. Bir haksızlığın tarafı haline gelebilirsiniz.
4-Egemenler ile ona bağlı medya propaganda ve telkin yöntemleriyle toplumun beynini narkozlayıp istediği fikri aşılayabilmektedir.
Bunu yaparken ünlü kişilerin de öyle düşündüğünü yayarak, o kişilerin toplumdaki imajları üzerinden destek alınır. Bir zamanlar İngiltere’de bir deney yapılır.
Büyük medya kuruluşlarıyla desteklenen ”Çağdaş Sessiz Piyano Konseri” verileceği duyurusu yapılır. Gazete yazarları “Çağdaş Sessiz Piyano Konseri”ne sanatın zirvesi olarak köşe yazılarında yer verirler.
Biletler haftalar önce biter.
Çok büyük bir salonda verilen konser başlar. Müzisyen hiç ses vermeyen piyanonun tuşlarına iki saat boyunca basar. İki saatin sonunda kalkar halkı selamlar. Büyük bir tezahürat ve alkış alır.
Konserdeki kimse yanına dönüp “böyle saçma şey olamaz” deme cesaretini gösteremez.
Ertesi gün televizyon programına konuk olarak çıkan Çağdaş Sesiz Piyano konserini veren kişi “Ben insanlardaki aptallığın sınırını ölçmek istemiştim. Meğerse bunun sınırı yok imiş."
5-Medya bazen bir durumu öne çıkarırken bilinmemesi gereken birçok durumun da üstünü örter.
1999 depreminde Türkiye’ye gelen Amerikan Başkanı Bill Clinton kucağına aldığı ”Erkan bebek” fotoğrafı tüm dünya basınında yer almış, O fotoğrafla şefkatin merhametin sevginin bir sembolüymüş gibi bir imaj pazarlanmıştır.
Zaman zaman Türk siyasetinde de olur. Örneğin devletin başında bulunanlara bir tören esnasında birileri ulaşmaya çalışır.Korumalar engeller. Lider izin verir. Kişi işsiz olduğunu ve iş aradığını söyler. O kişiye basın huzurunda iş temin edilir tüm basında yer alır. Oysa binlerce işsiz perişan vardır.Ama bir kişiye verilen işle tüm işsizlerin sorunu çözülmüş gibi sunulur.
Bir fıkra anlatılır.
Stalin fabrika işçilerine bir konuşma yapar: 'Sovyetler Birliği'nde bizim için en değerli şey insan hayatıdır.' Bu sırada salondan birinin öksürük sesi gelir. 'Kim öksürdü' diye sorar Stalin. Ses yok. 'Pekala o zaman NKVD'yi çağırın.' Stalin'in polis teşkilatı NKVD ellerinde yarı otomatik silahlarla girer ve fabrikadaki işçileri taramaya başlar. En sonunda fabrikada 7 kişi kalır. 'Kim öksürdü?' diye bir kez daha sorar Stalin. Bir adam elini kaldırır. 'Feci şekilde grip olmuşsunuz. Çok geçmiş olsun. Hemen arabamı alın ve bir hastaneye gidin' der, Stalin.
Ertesi gün gazetelerde Stalin’in işçiye gösterdiği merhamet, manşet yapılır.
6-Toplumu yönlendirmek için fıkralar üretilir, bu fıkralar köşe yazarlarıyla yaygınlaştırılır. İstihbarat örgütleri çoğu zaman toplumu bir takım eylemlere hazırlamak ve psikolojik alt yapı oluşturmak için özel olarak üretilmiş fıkraları piyasaya sürerler.
Edward Hall :“İnsanlar gülüp fıkralar anlatır ve eğer bir halkın mizahını öğrenir ve onu gerçekten kontrol edebilirseniz, hemen her şeyin kontrolünü ele geçirdiğinizi anlarsınız” der.
Türklerle ilgili fıkralar baktığınızda bir çoğunun masum olmadığını anlarsınız.
Örneğin bir cehennem fıkrası vardır.
Cehennemde her millete ait kaynayan kazanlar var ve başında zebaniler var. Kişiler kaynayan kazandan çıktıkça zebani tokmağı ile vuruyor. Türkiye kazanının başında zebani yok. İlgili meleğe “niye böyle” diye sorulduğunda “Çünkü Türkiye’de herkes birbirinin ayağından çeker onun için gerek görmedik” diyor.
Bu fıkra ile birbirinin ayağına çelme takan birbiriyle uyuşmayan bir toplum olduğumuz bilinçaltına kazınır. Biz bilmeden kendi aleyhimizdeki bir propagandanın yayıcısı oluruz.
7-Medya gerçeğin bir bölümünü alıp gerçeğin bütününe aykırı bir şekilde bize lanse edebilir.
Bektaşi’ye sormuşlar niçin namaz kılmıyorsun, o da” Kur’anda namaza yaklaşmayın yazıyor” Ama demişler “Kur’anda namaza yaklaşmayın sarhoş iken” diye yazıyor deyince “ Ben hafız değilim” demiş
(4/NİSÂ suresi -43. ayet: Ey iman edenler, sizler sarhoş ve zihinsel uyuşukluk halindeyken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de, yolları mescitten geçenler hariç, gusledinceye kadar namaza, mescide yaklaşmayın)
2. Dünya savaşı sonrasında Amerika’yı ziyarete giden papa uçaktan inince gazete muhabirinin biri mikrofonu uzatmış “Efendim genelevine de uğrayacak mısınız?” demiş. Papa, bir an şaşırıp “Burada genelevi var mı” diye sormuş. Ertesi gün gazetede manşet: “Papanın uçaktan iner inmez ilk sözü burada genelevi var mı?”
Gazete haberlerinin doğruluğunu meçhul bir varsayım olarak ihtiyatla değerlendirmek gerekir. Aksi takdirde yanlış bir veri üzerinden oluşturduğumuz bütün bilgi ve fikirler yanlış olur.
8-Bir gerçeğin üstü ilgisiz başka bir gerçekle kapatılarak kişiler aldatılabilir.
Bill Clinton’a ilk başkanlık kampanyası süresinde, uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı sorulmuş, Clinton kendi eyaletinin ve ülkesinin uyuşturucuyu yasaklayan hiçbir yasasını ihlal etmediği cevabını vermişti.
Clintonun verdiği cevap doğruydu, kendi eyaleti ve ülkesinin yasasını ihlal ederek uyuşturucu kullanmamış ancak İngiltere’deki Oxford Üniversitesinde öğrenciyken maruhana denemiş olduğunu konunun önemi geçtikten sonraki bir zaman diliminde açıklamıştı.
Bizim siyasilerin açıklamalarında da buna sık rastlarız. Gazeteci sorar.“Teröre destek veriyor musunuz?” Karşı cevap: “Bizim teröre destek verip vermememizin bir önemi yok, adaletsizliğe karşı başkaldırı herkesin hakkıdır.”
Bir gerçeklik ilgisiz başka bir gerçeklikle örtülerek bizi yanıltırlar, dikkat etmemiz gerek.
9-Toplum falcıların, astrologların, müneccimlerin beyanlarıyla yönlendirilir.
Geleceği bilemeyiz ama gelecek hep ilgimizi çeker ve merak ederiz. İnsanlar umut ettiği ve gerçekleşmesinden korktuğu şeylere çabuk inanır. İnsanın bu özelliğine dayanarak kendine müneccim (yıldızlara bakarak geleceği haber veren) günümüz deyimiyle astrologlar toplumu yönlendirici kehanetlerde bulunur.
Burçlar kadim zamanlarda Mısır’daki bir anlayışa dayanıyor. O dönemde Mısırlılar Yıldızların Tanrı olduğuna inanıyor. Yıldızlar Tanrı olduğuna göre insanın karakterini ve geleceğini bilir diye düşünüyorlar. "Ama" diyorlar “Biz Tanrıların bunu bildiğini nasıl bileceğiz.” Sonra “Biz de onların hareketlerinden çıkarırız” diyerek yıldızların hareketlerinden 12 burcu çıkarıyorlar. Kadim inanışa bir hurafeye dayanan bu günümüzde bilimsel bir veri gibi kullanılarak insanlar yanıltılmaktadır.
(NASA: Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi. Hubble isimli teleskobuyla uzayın derinliklerini incelemeye çalışan bilim insanları astrolojiyle ilgileniyor mu? Hayır. Çünkü Astrolojinin uzay bilimiyle bir ilgisi yok.)
Hücurat suresi 18. ayette “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.” Bizi bu konuda aydınlatır. Gelecekten haber veren şarlatanların sözlerine karşı bizi uyarır.
Daha nice aldanmaya karşı uyanık kalacağımız hususlar vardır. Vurgulamaya çalıştığım şey aklımızı kullanmak ve hilecilere karşı uyanık durmaktır.
Av. Durdu GÜNEŞ
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 90781
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.