Bu ülkede herkes adalet arıyor. Ama gerçek adaletin ne olduğunu bilmiyor. Ne aradığını tam bilemeyen ne bulduğunu tam bilebilir mi? Onun için adaletle hep körebe oyunu oynuyoruz. ** Ülkemizde sahte diploma meselesi çok konuşuldu. Ama asıl konuşulması gereken sahte eğitimdi. Çünkü eğitim zekayı, muhakemeyi, aklı ve hayal gücünü geliştirmiyordu. Sürecin sahte olduğu yerde sonucun ne önemi var ki. ** Deprem Dede Ahmet Mete Işıkara, “Türkiye deprem bölgesidir. Fay kırığının üstünde yaşıyoruz” derdi. Aslında sorunumuz fay kırığı değil, kafa kırığı idi. Kafamız kırık olmasa biz bu fay kırığının altında kalmazdık, onun üstünde dans etmesini öğrenirdik. ** Bugün haberlerde siyasetçinin biri kızdığı yargı mensubuna “cürmün kadar yer yakarsın” diyor. Eskiden dil için, hacminden büyük suç işleyebilir anlamında “Cirmi (hacmi) küçük, cürmü (suç) büyük” derlerdi. Meğerse dil hacminden büyük gaf da yapıyormuş. ** Televizyondaki diziler bize; “Kötü bir olay olduktan sonra içip rahatlayabilirsin. Sıradan ve doğru dürüst bir hayat olmamalıdır, hayat kötülerin oluşturduğu bir sorunlar yumağıdır. Kötüler hep güçlüdür ve haklı nedenleri var. Şiddet de kim daha güçlü ise o daha lüks hayat yaşıyor. İşyerleri rezidansta olmalı. İşçiler, küçük esnaflar daima göz ardı edilmeli. Dışarda hayat nasıl olursa olsun pavyonda eğlenebilirsin, rahatlayabilirsin. (İnci taneleri)” gibi mesajları veriyor. Toplum bir yandan bu dizileri izlerken, diğer yandan insanın en doğal özelliği olan bir kadının gülmesi günah mı değil mi tartışmalarını yapıyoruz. ** Bir zamanlar Rusya Afganistan’ı işgal ettiğinde, buna karşı mücadele veren herkes Kahraman Afgan mücahidiydi. Sonra Rusya işgalden çekildi. Kahraman Afgan Mücahitleri anında terörist Taliban ordusuna döndü. Bir zamanlar Rusya’ya karşı mücadele veren Çeçenlerin her biri olağanüstü kahramandılar. Sonra ABD, Rusya ile anlaştı. Kahraman Çeçenler bir anda kökten dinci terörist oldular. Şimdi bizdeki teröristler de anında ülkeyi kurtaracak kahramana dönüşüyor. Algı sihirbazı güçler, kahramanı terörist, teröristi kahraman yapabiliyor. Algımızı ve aklımızı doğru kullanmazsak bu oyunların kurbanı olabiliriz. ** Plansızlığımız, tedbirsizliğimiz, bilgisizliğimiz ve beceriksizliğimiz nedeniyle birçok kazaya maruz kalırız. Sonra kazanın gelirken bize haber vermediğinden yakınırız. “Kaza geliyorum demez” “Görünmez kaza” şeklinde durumdan sorumluluğumuzu yırtmaya çalışırız. Oysa kaza görünerek gelir, ama bilgisizlik, tedbirsizlik, beceriksizlik onu görünmez kılar. Biz kendimizle yüzleşemediğimiz için suçu yine kazanın kendisine yükleriz. Tesadüf eseri kazadan kurtulmuşsak bunu da “verilmiş sadakamız varmış” diyerek, kendimizi teselli ederiz. ** Ortadoğu coğrafyası hep savaşların, kavgaların adresi olmuştur. Küresel güçler planlarını gerçekleştirmek için milletlerarasındaki farklılıkları düşmanlığa dönüştürüp savaşı başlatıyorlar. Her millet hamaset içinde düşman milleti imha etmeye çalışıyor. Sonunda bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Rüzgâr Gibi Geçti filminde şöyle bir replik var. “Dünyadaki en büyük acılara savaşlar neden oldu. Bittikleri zamansa, kimse ne için yapıldığını anlayamadı.” Aslında savaşı yapanlar anlayamamıştır ama onu planlayan küresel güçler her şeyin farkındadır. Anadolu’da bir söz var. “Düşman öldürmeye yılanı gönder; düşman ölürse de kâr, yılan ölürse de.” Millet olarak akıllı, sağduyulu ve temkinli olmamız şart. Mustafa Kemal Atatürk boşuna söylememiş. “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.” ** “Sosyal Çevre Düzenlememize Dikkat Ediyor muyuz?” Başlıklı yazıyla çevremizde bulunması muhtemel insan tiplerini anlatıyorum. Bu kişiler hem yakınınızda olup hem de rahatsız edici nitelikler taşıyabiliyor. Örneğin konuşurken sohbetin gerektirdiği ortalama söz hakkına dikkat etmiyor. Kendini çok akıllı, çok bilgili olarak görebiliyor. Hiç gerekmediği halde geçmişteki bir unvanını sürekli gündeme getirebiliyor. Ortak arkadaşlığın gerektirdiği makul zaman kullanımına dikkat etmeyebiliyor. Yani senin planlarını, zamanını bozacak şekilde davranabiliyor. Peki bunun çözümü nedir? Kusursuz dostlar mı bulacağız? Yoksa stratejik bir mesafe mi koyacağız? Mesafeli yakınlık diye bir kavram var. Sana zarar vermeyecek bir mesafe bırakmak, fazla iç içe olmamak gerekiyor. Tıpkı ormandaki iki ağaç gibi. Eğer bu ağaçlar birbirine çok yakın olurlarsa, birbirinin güneşini engelleyebilirler. Kökleriyle çektikleri suyu paylaşırken kökler arasında savaş olabilir. Birbirine dalabilirler. Oysaki belli bir mesafede olsalar. Güneşten eşit yararlanırlar. Birlikte yağmuru çeker, uygun şekilde paylaşırlar. Birbirlerine tohumlarını ulaştırarak iş birliği yapabilirler. Birçok icat doğadaki sistemlerden yararlanarak yapılmıştır. Hayatımız bunlarla kolaylaşmıştır. İnsan ilişkilerini düzene sokmak için doğanın bu sistemlerinden yararlanabiliriz. ** Bu yıl Oxford Sözlüğü'ne göre yılın kelimesi 'Beyin Çürümesi' olmuş. “Beyin Çürümesi, özellikle önemsiz veya gayret gerektirmeyen materyallerin aşırı tüketiminin sonucu olarak görülen, bir kişinin zihinsel veya entelektüel durumunun bozulması” olarak tanımlanıyor. Günümüzde internetin yaygın kullanılması, sosyal medyaya bağımlılık beyin çürümesini hızlandırıyor. Günde binlerce veriye, habere, bilgiye maruz kalıyoruz. Bu paylaşımlarının doğruluğunu test etmek, kendimiz için önemli olanları seçmek, gereksiz bilgileri atmak nerdeyse imkânsız gibi. Çünkü aşırı hızlı veri, haber ve bilgi akışı var. Bunların hiçbirini kaçırmayım duygusuyla odaklanma yeteneğimizi kaybediyoruz. Dolayısıyla derinleşme ve başarı düzeyimiz diplerde dolaşıyor. Yani beyin çürümesi yaşıyoruz. Beyin çürümesini önlemek için gereksiz whatsapp gruplarından çıkmak, sosyal medya hesaplarını ve paylaşımları minimize etmek gerekir. Hayatımızda belli hedeflerin ve planların olması, gün içinde tek noktaya odaklanacak şekilde zamanı kullanmamız ve hayatın hızını yavaşlatmamız gerekir. Aksi takdirde göz göre göre beyin çürümesi yaşıyoruz. ** Hayatta bizi en fazla yoranlardan biri de bilgi sahibi olmayıp kafalarındaki varsayımlara bağımlı olanlara bir şey anlatmaya çalışmanızdır. Böyle kişiler her durumda önyargısının aklileştirip onu korumaya çalışır. Dolayısıyla ikna olmadıkları gibi varsayımlarıyla saldırganlaşırlar. Çünkü bilgi akla dayanır doğruluğu yanlışlığı tartışılır. Ancak varsayım önyargıya ve kabule dayanır, dogmatik özellikler gösterir. Yazılarıma bu tür yorumlar yapanlarla tartışmıyorum. Doğrudan arkadaşlıktan çıkarıyorum. Buharlı gemi yapılıp denize indirildiğinde seyredenlerden bazıları “kesinlikle yüzdüremezler” diye bağırmışlar. Gemi yüzmeye başlayınca bu sefer de “Kesinlikle durduramazlar” diye bağırmışlar. Konuya akılla bilimle düşünceyle bakmayanlara bir şeyi izah etmek güçtür. ** Toprağı da kendimize benzettik. Toprağı kendi halinde bırakmadık. Böcek ilacı sıkıyoruz, yabani bitki zehri saçıyoruz, kimyasal gübreyi boca ediyoruz. Toprak sağlığını kaybetti. Bu nedenle ne kendinin tadı kaldı ne de üzerinde yetişen ürünlerin. Şimdi bizler saf saf “eski yiyeceklerin tadı yok. Sokağın başında bir ekmek pişse mahalle onun kokusunu duyardı” diye iç geçiriyoruz. ** Bir Çin Atasözüne göre, “Var olmayı hak eden yegâne sözcükler sessizlikten daha iyi olanlardır.” Eğer siyasetçilerimiz bu atasözüne uymuş olsalardı. Acaba ağızlarından bir sözcük çıkar mıydı merak ediyorum. Av. Durdu GÜNEŞ
Bu ülkede herkes adalet arıyor. Ama gerçek adaletin ne olduğunu bilmiyor. Ne aradığını tam bilemeyen ne bulduğunu tam bilebilir mi? Onun için adaletle hep körebe oyunu oynuyoruz.
**
Ülkemizde sahte diploma meselesi çok konuşuldu. Ama asıl konuşulması gereken sahte eğitimdi. Çünkü eğitim zekayı, muhakemeyi, aklı ve hayal gücünü geliştirmiyordu. Sürecin sahte olduğu yerde sonucun ne önemi var ki. **
Deprem Dede Ahmet Mete Işıkara, “Türkiye deprem bölgesidir. Fay kırığının üstünde yaşıyoruz” derdi. Aslında sorunumuz fay kırığı değil, kafa kırığı idi. Kafamız kırık olmasa biz bu fay kırığının altında kalmazdık, onun üstünde dans etmesini öğrenirdik. **
Bugün haberlerde siyasetçinin biri kızdığı yargı mensubuna “cürmün kadar yer yakarsın” diyor. Eskiden dil için, hacminden büyük suç işleyebilir anlamında “Cirmi (hacmi) küçük, cürmü (suç) büyük” derlerdi. Meğerse dil hacminden büyük gaf da yapıyormuş. **
Televizyondaki diziler bize; “Kötü bir olay olduktan sonra içip rahatlayabilirsin. Sıradan ve doğru dürüst bir hayat olmamalıdır, hayat kötülerin oluşturduğu bir sorunlar yumağıdır. Kötüler hep güçlüdür ve haklı nedenleri var. Şiddet de kim daha güçlü ise o daha lüks hayat yaşıyor. İşyerleri rezidansta olmalı. İşçiler, küçük esnaflar daima göz ardı edilmeli. Dışarda hayat nasıl olursa olsun pavyonda eğlenebilirsin, rahatlayabilirsin. (İnci taneleri)” gibi mesajları veriyor. Toplum bir yandan bu dizileri izlerken, diğer yandan insanın en doğal özelliği olan bir kadının gülmesi günah mı değil mi tartışmalarını yapıyoruz. **
Bir zamanlar Rusya Afganistan’ı işgal ettiğinde, buna karşı mücadele veren herkes Kahraman Afgan mücahidiydi. Sonra Rusya işgalden çekildi. Kahraman Afgan Mücahitleri anında terörist Taliban ordusuna döndü. Bir zamanlar Rusya’ya karşı mücadele veren Çeçenlerin her biri olağanüstü kahramandılar. Sonra ABD, Rusya ile anlaştı. Kahraman Çeçenler bir anda kökten dinci terörist oldular. Şimdi bizdeki teröristler de anında ülkeyi kurtaracak kahramana dönüşüyor. Algı sihirbazı güçler, kahramanı terörist, teröristi kahraman yapabiliyor. Algımızı ve aklımızı doğru kullanmazsak bu oyunların kurbanı olabiliriz. **
Plansızlığımız, tedbirsizliğimiz, bilgisizliğimiz ve beceriksizliğimiz nedeniyle birçok kazaya maruz kalırız. Sonra kazanın gelirken bize haber vermediğinden yakınırız. “Kaza geliyorum demez” “Görünmez kaza” şeklinde durumdan sorumluluğumuzu yırtmaya çalışırız. Oysa kaza görünerek gelir, ama bilgisizlik, tedbirsizlik, beceriksizlik onu görünmez kılar. Biz kendimizle yüzleşemediğimiz için suçu yine kazanın kendisine yükleriz. Tesadüf eseri kazadan kurtulmuşsak bunu da “verilmiş sadakamız varmış” diyerek, kendimizi teselli ederiz. **
Ortadoğu coğrafyası hep savaşların, kavgaların adresi olmuştur. Küresel güçler planlarını gerçekleştirmek için milletlerarasındaki farklılıkları düşmanlığa dönüştürüp savaşı başlatıyorlar. Her millet hamaset içinde düşman milleti imha etmeye çalışıyor. Sonunda bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Rüzgâr Gibi Geçti filminde şöyle bir replik var. “Dünyadaki en büyük acılara savaşlar neden oldu. Bittikleri zamansa, kimse ne için yapıldığını anlayamadı.” Aslında savaşı yapanlar anlayamamıştır ama onu planlayan küresel güçler her şeyin farkındadır. Anadolu’da bir söz var. “Düşman öldürmeye yılanı gönder; düşman ölürse de kâr, yılan ölürse de.” Millet olarak akıllı, sağduyulu ve temkinli olmamız şart. Mustafa Kemal Atatürk boşuna söylememiş. “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.” **
“Sosyal Çevre Düzenlememize Dikkat Ediyor muyuz?” Başlıklı yazıyla çevremizde bulunması muhtemel insan tiplerini anlatıyorum. Bu kişiler hem yakınınızda olup hem de rahatsız edici nitelikler taşıyabiliyor. Örneğin konuşurken sohbetin gerektirdiği ortalama söz hakkına dikkat etmiyor. Kendini çok akıllı, çok bilgili olarak görebiliyor. Hiç gerekmediği halde geçmişteki bir unvanını sürekli gündeme getirebiliyor. Ortak arkadaşlığın gerektirdiği makul zaman kullanımına dikkat etmeyebiliyor. Yani senin planlarını, zamanını bozacak şekilde davranabiliyor. Peki bunun çözümü nedir? Kusursuz dostlar mı bulacağız? Yoksa stratejik bir mesafe mi koyacağız? Mesafeli yakınlık diye bir kavram var. Sana zarar vermeyecek bir mesafe bırakmak, fazla iç içe olmamak gerekiyor. Tıpkı ormandaki iki ağaç gibi. Eğer bu ağaçlar birbirine çok yakın olurlarsa, birbirinin güneşini engelleyebilirler. Kökleriyle çektikleri suyu paylaşırken kökler arasında savaş olabilir. Birbirine dalabilirler. Oysaki belli bir mesafede olsalar. Güneşten eşit yararlanırlar. Birlikte yağmuru çeker, uygun şekilde paylaşırlar. Birbirlerine tohumlarını ulaştırarak iş birliği yapabilirler. Birçok icat doğadaki sistemlerden yararlanarak yapılmıştır. Hayatımız bunlarla kolaylaşmıştır. İnsan ilişkilerini düzene sokmak için doğanın bu sistemlerinden yararlanabiliriz. **
Bu yıl Oxford Sözlüğü'ne göre yılın kelimesi 'Beyin Çürümesi' olmuş. “Beyin Çürümesi, özellikle önemsiz veya gayret gerektirmeyen materyallerin aşırı tüketiminin sonucu olarak görülen, bir kişinin zihinsel veya entelektüel durumunun bozulması” olarak tanımlanıyor. Günümüzde internetin yaygın kullanılması, sosyal medyaya bağımlılık beyin çürümesini hızlandırıyor. Günde binlerce veriye, habere, bilgiye maruz kalıyoruz. Bu paylaşımlarının doğruluğunu test etmek, kendimiz için önemli olanları seçmek, gereksiz bilgileri atmak nerdeyse imkânsız gibi. Çünkü aşırı hızlı veri, haber ve bilgi akışı var. Bunların hiçbirini kaçırmayım duygusuyla odaklanma yeteneğimizi kaybediyoruz. Dolayısıyla derinleşme ve başarı düzeyimiz diplerde dolaşıyor. Yani beyin çürümesi yaşıyoruz. Beyin çürümesini önlemek için gereksiz whatsapp gruplarından çıkmak, sosyal medya hesaplarını ve paylaşımları minimize etmek gerekir. Hayatımızda belli hedeflerin ve planların olması, gün içinde tek noktaya odaklanacak şekilde zamanı kullanmamız ve hayatın hızını yavaşlatmamız gerekir. Aksi takdirde göz göre göre beyin çürümesi yaşıyoruz. **
Hayatta bizi en fazla yoranlardan biri de bilgi sahibi olmayıp kafalarındaki varsayımlara bağımlı olanlara bir şey anlatmaya çalışmanızdır. Böyle kişiler her durumda önyargısının aklileştirip onu korumaya çalışır. Dolayısıyla ikna olmadıkları gibi varsayımlarıyla saldırganlaşırlar. Çünkü bilgi akla dayanır doğruluğu yanlışlığı tartışılır. Ancak varsayım önyargıya ve kabule dayanır, dogmatik özellikler gösterir. Yazılarıma bu tür yorumlar yapanlarla tartışmıyorum. Doğrudan arkadaşlıktan çıkarıyorum. Buharlı gemi yapılıp denize indirildiğinde seyredenlerden bazıları “kesinlikle yüzdüremezler” diye bağırmışlar. Gemi yüzmeye başlayınca bu sefer de “Kesinlikle durduramazlar” diye bağırmışlar. Konuya akılla bilimle düşünceyle bakmayanlara bir şeyi izah etmek güçtür. **
Toprağı da kendimize benzettik. Toprağı kendi halinde bırakmadık. Böcek ilacı sıkıyoruz, yabani bitki zehri saçıyoruz, kimyasal gübreyi boca ediyoruz. Toprak sağlığını kaybetti. Bu nedenle ne kendinin tadı kaldı ne de üzerinde yetişen ürünlerin. Şimdi bizler saf saf “eski yiyeceklerin tadı yok. Sokağın başında bir ekmek pişse mahalle onun kokusunu duyardı” diye iç geçiriyoruz. **
Bir Çin Atasözüne göre, “Var olmayı hak eden yegâne sözcükler sessizlikten daha iyi olanlardır.” Eğer siyasetçilerimiz bu atasözüne uymuş olsalardı. Acaba ağızlarından bir sözcük çıkar mıydı merak ediyorum.
Av. Durdu GÜNEŞ
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 962578
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.