Zaman zaman akşam haberlerini izliyorum. Öncelikle siyasi haberler yer alıyor. İnandırıcılıktan, samimiyetten uzak, tekrarlana tekrarlana bıkkınlık veren, söz kalitesi olmayan, korkutmaya, hakarete, felaket senaryolarına yönelik, karşılıklı siyasi polemikler, tabiri caizse laf sokuşturmalar, galiz ifadeler..Daha sonra şehit haberleri… Artık duyarlılıktan uzak şehide rahmet dilemeler, teröre lanet etmelerden oluşan klişe şehit haberleri. Ve şehit haberlerin de asıl haber konusu şehidin kendisinden ziyade törene katılan siyasetçilerin tavırları, unvanları, birbirine bakıp bakmadıkları, tokalaşıp tokalaşmadıkları gibi tali konular. Hiç bir zaman o şehidin ailesinde nasıl acılar yaşandığı ve devamında neler olduğu gündeme gelmez. (Ben ise hep onu düşünür için için acı duyarım) Devamında soğan ve patatesin başrol oynadığı, doların şeflik yaptığı ekonomi haberleri.. Bu haberler bu toplumsal yapının sonuçlarıdır. Ben bu sonuçlardan ziyade sonuçları doğuran sebepler üzerinde düşünürüm. Ülkemizde sebepler bırakılıp hep sonuçlar tartışıldığı için sorunlar çözülmüyor. Aynı sonuçlar ve tartışmalar sürekli tekrarlanıyor. Çünkü sebepler değişmiyor. Bilinen en eski kuraldır. “Sebepler değişmedikçe sonuçlar değişmez.” Sebepler üzerinde yazarken sanki gündemin dışında söz ediyormuş gibi anlaşıldığım oluyor. Doğrudan güncel konuların sonuçları üzerinde bir şeyler yazsam, koroya katılsam belki daha popüler olacak, daha fazla beğeni toplayacak ama hiçbir derde merhem olmayacaktır. Bu bağlamda toplumumuzdaki saygı konusunu irdelemek istiyorum. İnsana saygı olmazsa ne vatana, ne bayrağa ne de milli iradeye saygı olur. Saygı sözcüğü TDK sözlüğünde, “Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram” ile “Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu” olarak açıklanmıştır. İnsan ancak saygı kültürüyle hayvanlıktan kurtulup insan olma yolunda mesafe kat eder. Saygı kültürüyle bizler hem kendi irademizi hem başkalarının iradelerini kabul eder, kendimize de başkalarına da insanca davranırız. Saygı kültürü insanın özgür iradesini kullanmasıyla yakından ilgilidir. Hem bizim irademize baskı yapılmasın hem de biz başkalarının iradelerine baskı yapmayalım. Kendi iradesini kullanmayan yani karar verme, seçme ve uygulama özgürlüğü olmayan kişi ancak bir köle yahut bir robot olabilir. Gerçek insan olamaz. Saygının olmadığı yerde özgür irade sürekli yara alır. Çocukluktan beri kendi irademizle karar vermekten ziyade otoriteye boyun eğmemiz öğretildi. Aykırı davrananlara, “Hıyaroğlu olma, uyaroğlu ol” diye iradi kararlar aşağılandı. Bu durum hep kararı başkası versin biz ona uyalım şeklinde bir tavır geliştirmemize yol açtı. Onun için bu toplumda tapılan liderler, şeyhler ve dolandırıcıların doğması sıradanlaştı. Bizde bu yapı oldukça bu süreç hep yaşanacaktır. İradenize saygı olmazsa ve otoriteye boyun eğme bir kültür halini alırsa artık karar veren siz olamazsınız. Sizin bir insan olduğunuz unutulur. Uzun yıllar Ankara Valisi olarak görev yapan Nevzat Tandoğan, (1894-1946) 3 Mayıs 1944’te tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye şöyle demiştir: ‘Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lázımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin vazifeniz çiftçilik yapmak, askere çağırdığımızda askere gelmek...’ Bir zamanlar Urfa’da çiğköfte yoğururken televizyondan bakan olduğunu öğrenen milletvekiline muhabir “Bakan oldunuz” dediğinde milletvekili, “Ben de sizinle birlikte televizyondan öğrendim bakan olduğumu” diyor. Duygularını açıklamasını isteyen muhabire “Bu çiğ köftenin yanında marul da olsa iyi olurdu. Çevre bakanıyız ya yeşillik açısından” diye açıklama yapıyor. Yine yakın zamanda bir bakanımız. “'Sanırım bakan oldum, herkes öyle diyor ben bilemiyorum.” Diye kendi iradesi dışında bakan yapıldığını itiraf ediyor. Bazı bakanlar ise iradesine başvurulmadan habersizce görevden alınmıştır. Bir zamanlar bir bakan televizyonda röportaj yaparken görevden alındığını öğrenir, spikere “artık bu röportajı bitirelim. Çok uzadı.” der. İradesine başvurulmadan göreve atananlar, iradesine başvurulmadan görevden alınırlar. Burada meselemiz siyasi değil, insan iradesine saygı gösterilmemesi ve bunun çok doğal karşılanmasıdır. İradeye saygının olmadığı yerde nezaket olmaz, empati olmaz, erdem olmaz, kişilerin kendi hayatı olmaz, hukuk olmaz ve insan olmaz. Peki ne olur? Despotizm rahat zemin bulur, sürü toplumu olur. Korku olur, karamsarlık olur. Zorlama olur. Mutsuzluk olur. Yazımızı bir fıkra ile bitirelim. Geçmiş dönemlerde bir paşa kölesinin ağladığını görünce sormuş “Neden ağlıyorsun?” Köle konuşmak istememiş ama paşa ısrar edince “Aşık oldum, efendim” demiş. Paşa merakla sormuş. "Kime?” Köle boynunu bükmüş “Siz kimi uygun görürseniz ona efendim” demiş. İradeye saygıyı hayatımızın merkezi yapmazsak hayatın anlamı kalmaz. O halde iradeye saygı temel ilkemiz olmalıdır. Av. Durdu GÜNEŞ
Zaman zaman akşam haberlerini izliyorum. Öncelikle siyasi haberler yer alıyor.
İnandırıcılıktan, samimiyetten uzak, tekrarlana tekrarlana bıkkınlık veren, söz kalitesi olmayan, korkutmaya, hakarete, felaket senaryolarına yönelik, karşılıklı siyasi polemikler, tabiri caizse laf sokuşturmalar, galiz ifadeler..Daha sonra şehit haberleri… Artık duyarlılıktan uzak şehide rahmet dilemeler, teröre lanet etmelerden oluşan klişe şehit haberleri. Ve şehit haberlerin de asıl haber konusu şehidin kendisinden ziyade törene katılan siyasetçilerin tavırları, unvanları, birbirine bakıp bakmadıkları, tokalaşıp tokalaşmadıkları gibi tali konular. Hiç bir zaman o şehidin ailesinde nasıl acılar yaşandığı ve devamında neler olduğu gündeme gelmez. (Ben ise hep onu düşünür için için acı duyarım) Devamında soğan ve patatesin başrol oynadığı, doların şeflik yaptığı ekonomi haberleri..
Bu haberler bu toplumsal yapının sonuçlarıdır. Ben bu sonuçlardan ziyade sonuçları doğuran sebepler üzerinde düşünürüm. Ülkemizde sebepler bırakılıp hep sonuçlar tartışıldığı için sorunlar çözülmüyor. Aynı sonuçlar ve tartışmalar sürekli tekrarlanıyor. Çünkü sebepler değişmiyor. Bilinen en eski kuraldır. “Sebepler değişmedikçe sonuçlar değişmez.”
Sebepler üzerinde yazarken sanki gündemin dışında söz ediyormuş gibi anlaşıldığım oluyor. Doğrudan güncel konuların sonuçları üzerinde bir şeyler yazsam, koroya katılsam belki daha popüler olacak, daha fazla beğeni toplayacak ama hiçbir derde merhem olmayacaktır.
Bu bağlamda toplumumuzdaki saygı konusunu irdelemek istiyorum. İnsana saygı olmazsa ne vatana, ne bayrağa ne de milli iradeye saygı olur.
Saygı sözcüğü TDK sözlüğünde, “Değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusu, hürmet, ihtiram” ile “Başkalarını rahatsız etmekten çekinme duygusu” olarak açıklanmıştır.
İnsan ancak saygı kültürüyle hayvanlıktan kurtulup insan olma yolunda mesafe kat eder. Saygı kültürüyle bizler hem kendi irademizi hem başkalarının iradelerini kabul eder, kendimize de başkalarına da insanca davranırız.
Saygı kültürü insanın özgür iradesini kullanmasıyla yakından ilgilidir. Hem bizim irademize baskı yapılmasın hem de biz başkalarının iradelerine baskı yapmayalım. Kendi iradesini kullanmayan yani karar verme, seçme ve uygulama özgürlüğü olmayan kişi ancak bir köle yahut bir robot olabilir. Gerçek insan olamaz. Saygının olmadığı yerde özgür irade sürekli yara alır.
Çocukluktan beri kendi irademizle karar vermekten ziyade otoriteye boyun eğmemiz öğretildi. Aykırı davrananlara, “Hıyaroğlu olma, uyaroğlu ol” diye iradi kararlar aşağılandı. Bu durum hep kararı başkası versin biz ona uyalım şeklinde bir tavır geliştirmemize yol açtı. Onun için bu toplumda tapılan liderler, şeyhler ve dolandırıcıların doğması sıradanlaştı. Bizde bu yapı oldukça bu süreç hep yaşanacaktır. İradenize saygı olmazsa ve otoriteye boyun eğme bir kültür halini alırsa artık karar veren siz olamazsınız. Sizin bir insan olduğunuz unutulur. Uzun yıllar Ankara Valisi olarak görev yapan Nevzat Tandoğan, (1894-1946) 3 Mayıs 1944’te tutuklanıp huzuruna çıkarılan Osman Yüksel Serdengeçti’ye şöyle demiştir: ‘Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lázımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin vazifeniz çiftçilik yapmak, askere çağırdığımızda askere gelmek...’
Bir zamanlar Urfa’da çiğköfte yoğururken televizyondan bakan olduğunu öğrenen milletvekiline muhabir “Bakan oldunuz” dediğinde milletvekili, “Ben de sizinle birlikte televizyondan öğrendim bakan olduğumu” diyor. Duygularını açıklamasını isteyen muhabire “Bu çiğ köftenin yanında marul da olsa iyi olurdu. Çevre bakanıyız ya yeşillik açısından” diye açıklama yapıyor.
Yine yakın zamanda bir bakanımız. “'Sanırım bakan oldum, herkes öyle diyor ben bilemiyorum.” Diye kendi iradesi dışında bakan yapıldığını itiraf ediyor.
Bazı bakanlar ise iradesine başvurulmadan habersizce görevden alınmıştır. Bir zamanlar bir bakan televizyonda röportaj yaparken görevden alındığını öğrenir, spikere “artık bu röportajı bitirelim. Çok uzadı.” der. İradesine başvurulmadan göreve atananlar, iradesine başvurulmadan görevden alınırlar.
Burada meselemiz siyasi değil, insan iradesine saygı gösterilmemesi ve bunun çok doğal karşılanmasıdır.
İradeye saygının olmadığı yerde nezaket olmaz, empati olmaz, erdem olmaz, kişilerin kendi hayatı olmaz, hukuk olmaz ve insan olmaz. Peki ne olur? Despotizm rahat zemin bulur, sürü toplumu olur. Korku olur, karamsarlık olur. Zorlama olur. Mutsuzluk olur. Yazımızı bir fıkra ile bitirelim.
Geçmiş dönemlerde bir paşa kölesinin ağladığını görünce sormuş “Neden ağlıyorsun?” Köle konuşmak istememiş ama paşa ısrar edince “Aşık oldum, efendim” demiş.
Paşa merakla sormuş. "Kime?”
Köle boynunu bükmüş “Siz kimi uygun görürseniz ona efendim” demiş.
İradeye saygıyı hayatımızın merkezi yapmazsak hayatın anlamı kalmaz.
O halde iradeye saygı temel ilkemiz olmalıdır.
Av. Durdu GÜNEŞ
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 367253
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.